AXA Sigorta Efeler Ligi Metin Görgün Sezonu’nda mücadele eden Tokat Belediye Plevne’nin genç orta oyuncusu Atakan Topal ile bir araya gelerek futbol ile başlayıp voleybol ile devam eden spor kariyerinden örnek aldığı isimlere, bireysel hedeflerinden Tokat ile ilgili düşüncelerine ve milli takımla ilgili hayallerine kadar birçok konuya değindiğimiz keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Bir araya gelmek istediği dünya yıldızı ve ilham aldığı Türk oyuncuları da açıklayan genç yetenek; kariyerinin henüz başındaki geçiş sürecinde yaşadığı zorluklar, voleybol yaşantısı ve günlük hayatıyla ilgili tüm sorularımızı içtenlikle yanıtladı.
Voleybola serüvenin nasıl başladı? Futbol geçmişin de söz konusu, bize biraz o geçiş hikayesinden bahsedebilir misin?
Sivas’ta imkanlarımız belirli sınırlar içerisindeydi, voleybolda ve basketbolda hiçbir desteğimiz yoktu. Futbola aşırı derecede önem verilen bir şehirde doğduğum için diğer branşlar açısından bu fırsatlara pek erişemedim. Lisede klima ve iklimlendirme okuduğum sanat okulunda beden eğitimi öğretmenimin boyumdan faydalanmamı istemesiyle voleybola davet edildim. Öncesinde Sivasspor’da futbol oynuyordum. Sivas’ın tam bir futbol şehri olması ve tüm çevremin futbol oynamasına özenmem sonucu çok da isteyerek 11 yaşında futbola başladım, yaklaşık üç sene boyunca devam ettim. 4 Eylül Belediye’de kalecilik yaptım, Sivasspor’da stoper oynadım. Ailem okuluma devam etmem taraftarıydı, ben de açıkçası okumama taraftarıydım. (Gülüyor)
Lisede hocam Uğur Yerlikaya voleybola davet etti. Başlangıçta voleybol, çocukluğumda kadınlara daha uygun bir spor olarak gördüğüm için bana açık konuşmak gerekirse garip geldi, elle oynanan bir sporu yapmak istememiştim. Kendimi futbolcu olarak görüyordum, aklım hiçbir şeye ermiyordu ve ne düşündüğümü bilmiyordum. O sırada da notlarım biraz kötüydü ve sınıfta kalma durumum vardı. Sınıfı geçireceklerini söylediler, öyle olunca ben de kabul ettim. Normalde hafta sonları çalışıyordum, çalışmayıp antrenmanlara gitmeye başladım. Atak yaptığımda dalga geçtiklerini düşünerek hırslanıyordum, bir şeyleri başaramadıkça birinin gülmesini veya alay etmesini pek hoş karşılamıyordum. Bu durum beni spordan biraz uzaklaştırıyordu.
Tüm bunlar olurken mutlaka bir dönüm noktası yaşamışsındır, peki senin voleybola bakış açını değiştiren olay ne oldu?
Sınıfı geçtiğimde okuduğum bölüm baba mesleğim de olduğu için “Artık tamam, daha fazla oynamama gerek kalmadı.” diyordum. Beden eğitimi öğretmenim, bir gün beni kantinde gördüğünde: “Seni dersten geçirdiğim gibi geri bırakırım, hafta sonu antrenmana geliyorsun.” dedi. Böyle bir tehdit aldım. (Gülüyor) İyi ki de almışım, hayatımın dönüm noktası oldu.
Voleybola başladığımda kramponla oynuyordum, ayakkabı alacak durumum henüz yoktu. Ailemin de maddi durumu biraz kötüydü, sıkıntılı bir zamandaydık. “Sakatlanırsın…” falan diyordu hocalar, “Niye sakatlanayım ki” diyordum, hiçbir şey bilmiyordum çünkü yeniydim. Hafta sonları antrenmanlara gitmeye başladım, o sırada bizim okul takımında Akkuş Belediye’de, Niksar’da oynayan birkaç oyuncu da vardı. Salonda seslenip “Bir pas atar mısın bana?” dedim. Sağ olsun kırmadı. Okulumuzun salonu o zaman parkeydi, o an ben topa vurduktan sonra yerden “Bam!” diye bir ses çıktı. O ses çok hoşuma gitti, bir daha bir daha derken… Atak yapınca ve yerden o ses çıktıkça “Ne güzelmiş!” dedim. Hocalar ve oradakiler “Hocam, Atakan’a bak ne güzel atak yapıyor!” dedikçe gaza geldim ve o gün voleybolu çok sevdim. Hafta sonları bazen antrenmanlarımız iptal oluyordu, ben yalvarıyordum ve tekrar antrenman koyduruyordum.
Tokat’a geçiş sürecinde neler yaşadın, okul takımındaki ilk antrenmanlarını ve Sivas’tan Tokat’a geçiş serüvenini hatırlıyor musun?
Biz o dönem bilmiyorduk ama bizi hep yaşımızın üstünde olacak şekilde yüksek filede çalıştırmışlar. Bazen antrenmanları basketbol toplarıyla yapıyorduk. Filede o şekilde çalışmış olduğumuz için okul takımıyla maça çıktığımızda sıçradığım an karşı tarafı çok rahat görebiliyordum, çok yüksek olduğumu maça çıktığımda hissediyordum. Lakin ters ayak eğitilmişim…
O sene Sivas Gençlik Spor, 2. Lig takımı kurmuştu, son maçım Tokat’ın 2. Lig takımıylaydı. O sene Tokat’ta Bedirhan (Bülbül) oynuyordu. O sene içinde Yıldız takım maçları da vardı, yarı finalde Tokat geliyordu ve Sivas ev sahipliği yapıyordu. O sırada Tokat’ın altyapı antrenörü: “Sizin gibi yetenekli gençler burada kayboluyor, gelin altyapımızdaki imkanları verelim.” dedi. Benim okuduğum bölüm o dönem Tokat’ta yoktu, babamın da kırmızı çizgisi okulu bitirmem ve lise diploması almam yönünde olduğu için ben de pek rahat hareket edemedim. “Olmadı” dediklerinde Çorum’la görüştüm, tam anlaşacaktım ki Tokat beni geri aradı ve “Zile’den gelip gider misin?” dedi. “Yaparım” dedim çünkü voleybola devam etmeyi çok istiyordum, mesela Voleybolun Sesi’nde bir transfer haberi gördüğümde çok hevesleniyordum. O zamanlar bunu hayal ettiğimi çok iyi hatırlıyorum.
O dönem belirlediğin hedefler nelerdi, bu hedefleri gerçekleştirmek için kendine belirlediğin bir motto var mıydı? Dönüp baktığında o günler hakkında neler söylersin?
O dönem kendime üç hedef belirlemiştim: Üçüncü ligde oynamak, Efeler Ligi’nde oynamak, A Milli Takım’da oynamak. Hatta instagram hesabıma bazen bakıyorum, o dönemler bir paylaşım yapmışım ve tam da bu söylediğimi yazmışım. Hocam bulup atmıştı, ben de duygulandım. Sıradaki hedefim A Milli Takım’da oynamak. Tokat’ta da 2. Lig’de başladım, maçtan maça gidiyordum. Sivas’ta okuluma devam ediyordum, hafta sonu maça çıkıp geri dönüyordum. Zor bir dönemdi ama belki devam edebilirim düşüncesiyle sıfır antrenmanla gidiş geliş yapıyordum, Sivas’ta da beden eğitimi öğretmenimle birlikte çalışıyordum. O sene antrenörümüz Reşat Arığ idi ve devre arasında orta oyuncuya ihtiyaç oldu. O an hiçbir şeyin farkında değildim, ikinci senemde imzayı atmıştım. Ücreti, süresi vs. hiçbirini bilmiyordum ve önemi de yoktu. Hatta süresini geçen sene öğrendim. Para veya sözleşme süresi, bunların hiçbirini göz önünde bulundurmadım, önce hedeflerimi gerçekleştirmek istedim. “Çalışanın emeği boşa gitmez” diye düşünerek gözüm parayı hiç görmedi. Efeler Ligi’ne 17 yaşında çıktım, benim için sırada diğer hedefimi gerçekleştirmek vardı.
O sene çok iyi bir kadromuz vardı, Play-Off oynamıştık. Diğer sene de Balkan Kupası’nı kazanmıştık. Benim için kariyerim çok güzel başladı, diğer sene İlker Altan hocam koç oldu. Onunla 3-4 yıl birlikte çalıştık, onun ekmeğini yiyorum diyebilirim.
Kariyerinin henüz başlarında olduğunu da düşünürsek o dönem idol olarak gördüğün bir isim var mıydı?
O sıralar İlker hocam bana yabancı orta oyuncuların videolarını gönderiyordu, antrenmana girmeden falan onları izliyordum. “Nasıl basıyor, açık, kısa, kurşun pasa nasıl giriyor?” vs. bakarak nerede yanlış yaptığımı görmeye çalışıyordum.
Tokat’ta da hala mesela çocuklar; Tokat’tan çıkan oyuncular Emre Batur, Faik Samed Güneş, Bedirhan Bülbül’den ilham alıyor. Tabi ben o sıralar adını duyurmuş olan orta oyunculardan Emre Batur’u biliyordum ve seviyordum. Çocukluğumda da hep onu duyuyordum, televizyonu açıp izliyorsak da hep Emre Batur… Özellikle çalışma stiline, salona iniş saatine, ne yaptığına kadar gözlemliyordum. Mesela maçtan önce sahaya en erken o çıkardı, lastikle çalışma yapardı. Onun gibi çalışan bir de Yiğit Gülmezoğlu’nu gördüm, onlar bana ilham verdi. Salona girdiğimde Emre Batur’u lastik yaparken, Yiğit Gülmezoğlu’nu egzersiz yaparken görmek “Ben neden yapmayayım, ben neden erken gelip ısınmaya onlardan önce başlamadım?” hissi veriyordu. Bu yaşta antrenmanın faydasını en fazla benim göreceğimi düşünerek bunları kendime soruyordum. Onlar bana rol model oldu, beni bu sporu yapmaya daha da teşvik etti.
Voleybola başlama yaşın da bu anlamda genele kıyasla biraz daha geç; bu durumun adımlama, duruş, uyum sağlama gibi konularda sana zorlukları oldu mu?
Adana’da Tokat Belediye Plevne ile katıldığımız finaller vardı. O zamanlar Bedirhan (Bülbül) ve Numan (Aksoy) da vardı. İlk kez final oynuyordum. Orada milli takım durumum oldu, sonradan ters ayak olduğum öğrenilince kampa çağrılmadım. O sezon benim çok zoruma gitmişti, çok çalışıyordum ve emeklerimin boşa gittiğini hissetmiştim. Sezon bittiğinde ve Sivas’a döndüğümde tek yapmak istediğim şey, baskın ayağımı değiştirmek oldu. O sıra Efeler Ligi’ne de çıkmamıştım. 1.5 litre pet şişelerle adımlama yapıyordum, yüksekliğim düştü, topa eskisi kadar kuvvet veremiyordum. Bu süreçte psikolojik olarak da kötü etkileniyordum. Kendimi eskisi kadar yüksek hissetmiyordum, topa gücümü tam vererek vuramıyordum. O sırada ağabeylerime ataktan düşerkenki halini soruyordum ve normal olduğunu söylüyorlardı. O dönem benim gibi bunları yaşayan Yusuf Erdem ağabeyime sorduğumda kendisinin de bunları yaşadığını demiş ve çalışınca eski formumu yakalayabileceğimi söylemişti. Ben o azimle altı günde maksimum çalışarak normal adımlamaya döndüm, Tokat’a normal adımlamaya geçmiş şekilde geri geldim.
Voleybola geç başladığım için mesela fitness yapıldığında garipsiyordum, o yaşlarda bunun voleybolla ne gibi bir bağlantısı olduğunu sorguluyordum. Bir şey bilmiyordum, ters ayağın ne olduğu bilinmeyen bir ortamdan geldiğim için A Takım’a çıktığımda çoğu şeyi garipsiyordum. İlk senemde Vefa ağabey (Yılmaz) ile oynamıştım, aşırı antrenman yaptığımda dizlerimin ağrıyabileceğini söylüyordu ama ben “Neden ağrısın ki?” diye düşünüyordum çünkü gerçekten bilmiyordum. Antrenman bittikten sonra üç kasa top vuruyordum, blok adımlaması çalışıyordum. İlker ağabey (Altan) ne gördüyse -Allah razı olsun- gösteriyordu.
Peki Tokat senin için neler ifade ediyor?
Tokat benim için aslında her şeyin bir başlangıcı. Ben okul takımıyla gruplara geldim: Tokat. Diğer sene bir grubu daha kazandık: Yine Tokat. Bir final daha oynadık: O da Tokat. Genç takımla finale çıkıyorduk: Hep Tokat. Küçük yaşlarda, henüz Tokat’a gelmeden bile hep bir bağlantım vardı.
Sivas’ta elimden tutup Tokat’a getirmeselerdi ve ben de bu şekilde çalışmasaydım kaybolup gidebilirdim. Sivas’ta yaşı küçük olup boyu çok uzun olan çok kişi var, çoğu kulüpte oynayabilecek ve destek aldıkları takdirde çok iyi yerlere gelebilecek çocuklarla dolu… Oraya gittiğimde çok hevesli çocuklar görüyorum, benden daha küçük ama daha uzunlar… T-shirt istiyorlar, eskiden ben de hevesleniyordum ve öyle yapıyordum mesela. Tokat altyapısını önermeye çalışıyorum. A Takım’a çıkmamı şans olarak gördüm, üzerime düştüler ve sahip çıktılar. Altyapı dahil 7 sene oldu, bir nevi Tokatlı gibi oldum. Ablam hemşire, o da Tokat’a atandı. Ailece Tokatlı olduk diyebilirim. Tokat olmasa ben olmazdım.
Takım olarak sezona istediğiniz gibi bir başlangıç yapamadınız ama önümüzde uzun bir ikinci devre var. Bu sene takıma çok büyük bir yatırım yapılamadı ama yerli gençlerin mücadelesini izliyoruz. Bu sence bir dezavantaj mı, sizin için de avantaj mı?
Kişisel olarak bakacak olursak kariyeri ve hedefi olan insanlar Tokat’a gelmeyi fırsat olarak görür. Diğer takımlara baktığımızda kenarda fırsat bekleyen çok fazla genç var, oynadıklarında ortalığı parçalayacak cinsten… Bu fırsatı bulamıyorlar. A Takım’a ilk çıktığım sene önümde Bedirhan Bülbül, Murathan Kısal ve İbrahim Akşeker vardı. Fırsat istiyordum ama haliyle o fırsatı çok bulamıyordum. Şimdi o fırsatı bulabiliyorum. Tokat’ın gençlere de güvenmesi ve fırsat vermesi çok güzel. Belli takımlarda üçüncü, dördüncü oyuncuysan çok fazla kazanmıyorsun ama o paralarla burada oynama fırsatın var. Oynarsan seneye o miktarı üçle-beşle çarpabilirsin. Antrenmanı direkt alıyoruz, fitness zaten maksimum yapıyoruz. Emek, sıkı çalışma son derece üst seviyede. Herkes oynamak istiyor, ben bunu içerde görüyorum. Birbirimizi olumlu anlamda itekleme var çünkü hepimiz genciz, herkes kariyeri için de oynuyor. Bizde “Olursa olur olmazsa olmaz, kariyer hedeflemiyorum.” diyecek kimse yok. Herkes birbirini deyim yerindeyse ısırıyor, biz de böyle olunca antrenmanda ve maçlarda maksimumu vermeye çalışıyoruz.
Furkan Gür hocamız bizi ligde tutmak için çok çabalıyor, bizim her zaman arkamızda ve ağabeyimiz. Kendisiyle benim altıncı yılım, takım olarak hocamızdan verim alıyoruz. Genç bir kadro olduğumuz için tüm bildiklerini bize aktarmaya çalışıyor. Biz de hocamızın antrenmanları doğrultusunda ondan aldıklarımızla çalışmalarımızı sürdürüyoruz ve maçlarda savaş veriyoruz.
Tokat’ta maçlarınızı senelerdir büyük bir taraftar desteğiyle oynuyorsunuz, Tokat seyircisi hakkında neler düşünüyorsun?
Beş yıldır Tokat seyircisiyle oynuyorum. Böyle bir atmosferi Tokat dışında hiçbir şehirde ve deplasmanda görmedim. Bu sene sezon bizim için çok istediğimiz gibi ilerlemiyor ama bu gidişat da bizi olumsuz anlamda etkilemiyor. Hepimiz bireysel %100’ünü ortaya koyuyor, izleyenler de potansiyeli görüyordur. Develi’yi mağlup etmemiz mesela bizim için gurur vericiydi, bir üstümüzdeki takımın bizden sadece bir galibiyet fazlası var. Galatasaray’la ilk maçımızda setler çok yakın bitmişti, seyirciyi de arkamıza aldığımızda başa baş oynayabiliyoruz. Mesela geçmişte Galatasaray’ı yenmediğimiz sezon olmamıştı, ya içerde ya da dışarda mutlaka maç kazanmıştık. Fenerbahçe’yi İstanbul’da yenmiştik. Bu galibiyetler bizi ligde tutmuştu, hep ekstra işler başarma peşindeyiz.
Üst sıralardaki kulüpler gençleri transfer etme konusunda istekli olabiliyor, seni de sezon başında birçok kulübün istediğini duymuştuk. Tokat’ta kalıp biraz daha tabiri caizse pişmeyi mi tercih ettin? Kulübünle de bu durumu konuşmuşsundur.
Sezon başında takımımız aslında küçülmeye gitmemişti. Yabancı oyuncu transferi olmuştu, kaptanımız Semih Çelik de henüz takımdan ayrılmamıştı. Benim zaten sözleşmem devam ediyordu. Paraya bakmadım, bu seneyi fırsat senem olarak gördüm. Savaşırsam reddettiğim tekliflere üzülmem bir sene daha oynayıp daha iyilerini elde etmek benim elimde diye düşündüm. Sonrasında çeşitli belirsizlikler oldu ve küçülme yaşandı. Sezon başladı, ikinci hafta eksikliklerimiz vardı. Orta oyuncu alamıyorduk, aynı pozisyonda üç kişiydik ve belli sakatlıklarımız oluyordu. Yapacak bir şey yok diyip önümüze baktık. Şimdiye kadar menajerim de yoktu, geçen sene yol gösterenim olması için Barış ağabey ile anlaştım. Şu an play-off için çifte lisansla Niksar Belediye ile anlaştık.
Unutamadığın bir maç oldu mu, o maç neler yaşandı?
Geçen sene aslında çok güzel bir sezondu. Alt sıralardaki Anadolu takımları, baba takımlar denebilecek güçlü takımları büyük bir mücadele vererek yeniyordu. Misal biz Fenerbahçe’yi yeniyorduk, tam geriye yaslanacakken akşam mesela Altekma’nın Ziraat’i yenmesiyle yine diken üstünde kalıyorduk. Bu kez bir başka güçlü takımı yeniyorduk, artık tamamız diye düşünecekken bu kez Bursa’nın Galatasaray’ı yenmesiyle yeniden potaya giriyorduk. Çok stresli bir sezondu.
Sonlara yakın Galatasaray maçı var. Maçta 2-0 ve üçüncü sette de 21-24 gerideydik. Ben içerdeydim, Ahmetcan’la (Büyükgöz) yan yanaydık. “Ahmetcan döner mi ya?” dedim. Bana baktı -o çok inançlıdır- ve aslında açık konuşayım sormuş olmak için sormuştum. “Döner tabi, döner oğlum neden dönmesin ki” dedi. Oradan o seti 26-24 aldık. O maçı 3-2 kazandık, hayatımda en çok servisi o maç atmışımdır. Minimum kaldığım tur üç turdur mesela, 28 veya 26 civarı servis atmıştım. O zamanlar da yeni yeni forma buluyordum. Önümde mesela Hacı Şahin vardı. İlker ağabey sağ olsun fırsat veriyordu, ben hep “Bu fırsatı tepmemeliyim, ekstra sayılar kazanmalıyım.” diye düşünüyordum. Torres’e karar setinde bir blok yapmıştım, tüm tribün ayağa kalkmıştı ve takım iyice gaza gelmişti. O maçı hiç unutamıyorum. Sezon bitiminde de zaten Nedim Hoca (Özbey), İlker ağabey (Altan) ile görüşmüş ve “O maçı unutamıyorum.” demiş.
Sence iyi bir voleybolcu aynı zamanda iyi bir voleybol seyircisi olmalı mı? Bu konu hakkında ne düşünüyorsun?
Tabi ki senden iyiler hep var, onların neden daha iyi olduğuna odaklanmak gerekiyor. Bakıyorsun el seninle aynı el, ayak seninle aynı ayak, belki daha uzunsun… Ama bu adamlar daha iyi, daha çok isim yapmış. O kişileri mutlaka izlemek gerekiyor, senden daha ekstra neler yapıyor gözlemlemek lazım. Genç yaşta Ziraat Bankası’na gittiğimde Kazım Hidayetoğlu: “Ben boyu olan insana yetenek verebilirim ama yeteneği olmayan bir insana boy veremem.” demişti. Bu sözü hiç unutmuyorum mesela. Bu yüzden benimle benzer fiziksel özelliklere sahip oyuncuları da izlerim. Kendi maçlarım bittikten sonra açarım ve hatalarımı sorgulamak, top kullanma becerimi geliştirmek açısından seyrederim. Diğer maçları da izlerim, neden beş sette bitmiş, kimler nasıl oynamış, kimler oynamamış vs. hep bakarım. Psikolojik olarak da bunlara hazırlanmak gerekiyor.
Bir dünya yıldızına spor yaşantısıyla ilgili bir soru soracak olsan bu isim kim olurdu ve ondan ne öğrenmek isterdin?
Dünyanın en iyilerinden biri Simon’la (Robertlandy) tanışıp ona bu yüksekliği ve performansı nelere borçlu olduğunu sormak isterdim. “Hangi beslenme programını uyguluyor, gündelik yaşantısı ve fitness programı nasıl?” bunları sorardım.
Erkek voleybolunun ülke sporundaki konumu hakkında neler söylersin?
İyiyiz ancak futbol ve basketboldan sonra görüldüğünü gözlemliyorum. Ülke genelinde de belli şehirler dışında seyircisi diğer branşlara göre az görünüyor. Biraz daha destek görmesini ve önemsenmesini isterdim.
Jenerasyon değişikliğiyle birlikte milli takımda yükselen bir ivme söz konusu… A Milli Erkek Voleybol Takımımızın maçlarını izlerken kendini o formanın içinde hayal ediyor musun, milli takımla ilgili hedeflerini senden dinlemek isteriz.
Milli maçları antrenmanlarımla çakışmadığı sürece hep takip ederim, üç hayalim olduğunu söylemiştim bunlardan biri de A Milli Erkek Voleybol Takımımızın formasını giymek ve aileme kendimi o formayla izletmek.
Kısa Kısa:
Futbolda ve voleybolda favori oyuncun?
Futbolda Cristiano Ronaldo, voleybolda Robertlandy Simon.
En iyi anlaştığın takım arkadaşın?
Herkesle iyi anlaşıyorum ama Eren Kanlı. Beraber ikinci sezonumuz, çok iyi anlaşıyoruz.
Orta oyuncu olmasaydın hangi pozisyonda oynamak isterdin?
Voleybola ilk başladığımda ters ayak olduğum için hocalarım tarafından yarım sezon pasör çaprazı oynatıldım, severek oynuyordum.
Yurt dışında hangi takımda oynamak isterdin?
Zenit Kazan
Voleybolun hayatına kattığı en önemli şey?
Hayatımla bir bütün oldu. Bana disiplini, özel hayatımı kontrol etmeyi, odaklanmayı ve mücadeleci ruhu kazandırdı.
En çok sevdiğin film türü?
Korku
En çok dinlediğin müzik tarzı?
Pop
Dünyada en çok görmek istediğin yer?
Dubai
En sevdiğin yemek?
Etli ekmek