A Milli Kadın Voleybol Takımımızın ve Galatasaray HDI Sigorta’nın başarılı orta oyuncusu Ayçin Akyol ile bir araya gelerek sarı-kırmızılılara transfer sürecinden günlük yaşantısına, kulüp sezonundan milli takım dönemine kadar birçok konuya değindiğimiz keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Karayolları ile başlayan voleybol serüveninin ilk günlerinden Filenin Sultanları ile yer aldığı FIVB Kadınlar Dünya Şampiyonası’na uzanan hikayesini dinlediğimiz başarılı orta oyuncu, rakip olarak oynarken en çok zorlandığı isimleri de cevapladığı röportajda Daniele Santarelli ve Melissa Vargas hakkındaki sorularımızı içtenlikle yanıtladı ve Galatasaray’dan ayrılacağıyla ilgili çıkan haberlere açıklık getirdi.
Röportajlarımızda klasik sorulara olabildiğince yer vermemeye gayret ediyoruz ancak daha önce duymadığımız için voleybol serüveninin nasıl başladığını merak da ediyoruz, hikayen nerede ve nasıl başladı?
Sporcu bir ailenin içinden geliyorum, baba basketbolcu, anne voleybolcu. Benden 8 yaş büyük ablamı voleybola başlatıyorlar, sonrasında bir gün Karayolları ablamı çağırıyor. O dönem ben 6 yaşındayım, annem evde tek bırakamadığı için beni de yanına alıyor ve üçümüz ablamın voleybol antrenmanına gidip geliyoruz. Merhum Orhan hoca vardı, Karayolları’na yıllarca emek vermiş bir antrenör… O, beni görüyor ve sahaya atıyor: “Gir kızım sen oyuna burada.” diyor. Annem şaşırıp “Hayır, olmaz” dediyse de Orhan hoca “Hayır, olacak; bu kız voleybolcu olacak.” diyor. Annem telaşlı telaşlı “Parmakları küçücük, top bu kızdan ağır. Nasıl olacak?” falan diyor. Orhan hoca da “O bende, sen karışma. Olacak.” şeklinde cevaplıyor. Ben o şekilde ablamı götürüp getirirken tesadüfen başlamış oluyorum. Ailemin benim için “Basketbola mı başlatsak” ve “İlerde acaba voleybol olur mu?” şeklindeki ikilemi sonrası tesadüfen başladım.
Sevdin mi peki, o zamanlar hoşuna gidiyor muydu? Neler hissediyordun?
Çok sevdim. İnanılmaz keyif alıyordum. Dışarda arkadaşlarımla top oynamayı çok severdim, futbol olsun voleybol olsun… Ondan sonra aslında ilk başta sürekli topun peşinden koşuyorum gibi hissedince ne olduğunu anlamadım. Spor okulu serüvenim olmadı, hemen küçük takımla başladım. Gençlerle, yıldızlarla… Hep ablaların arasındaydım. Duvarda çok fazla çalışıyordum. Karayolları’na gelen her antrenör bana yeni bir şeyler öğretti. Orada geçirdiğim süre dile kolay 17 yıl ve eminim o zamanlar Süper Lig’de olmamaları sebebiyle -Şu anda da değiller ama çıkacaklarını düşünüyorum- kimse demezdi ki oradan ben çıkacağım. Türkiye’nin Süper Lig’de olmayan bir takımından Türk voleyboluna bir sporcu çıkması çok önemli, çok güzel bir başarı. Orada Başkan’ın yaptıkları, çocuklara ve aynı zamanda eğitime önem veriyor olmaları çok güzel. Ben çok küçük yaşta, benden yaşça çok büyüklerle birlikte başlamış oldum. Kendimi bildiğimden beri hep daha iyisini yapmak istiyordum. O zamanlar Neslihan (Demir), Neriman (Özsoy), Gözde (Kırdar) ablalar falan vardı. Başkent Voleybol Salonu ilk açıldığında gelmişlerdi, oraya gitmiştik. O dönem uyurken o sahanın içinde olduğumu ve benim de var olduğumu, orada oynadığımı hep düşlüyordum. Her gün bunun hayaliyle uyudum. Ve gerçekten çok çalıştım, hep erken giderdim. Antrenörlerin yakasına yapışıp silkelerdim, beni ekstra çalıştırmalarını isterdim, kendimden bıktırırdım. Süreç benim için o şekilde gelişti, hem kendi yaş grubumla hem de ablalarla beraber oynadım.
Çok değerli isimler saydın, onlar senin idol olarak gördüğün isimler miydi? Birini idol almak konusunda neler düşünüyorsun?
Türk Milli Takımında oynamış ve aynı zamanda kulüplerde oynayan her isim çok değerli ve çok özel. Emek vermek önemli, hepsi birbirinden kıymetli. Eda ablayı, Maja’yı (Poljak) çok beğeniyorum.
Bana tek bir ismi idol almak çok doğru gelmiyor, onu örnek alabilirim; karakteri, duruşu, yaptıklarından bir şeyler öğrenebilirim ama ya o seviyeye gelip durursam korkusuyla hep daha iyisini düşünüyorum. Dahası neden olmasın, neden yapamayayım gibi düşünürüm.
Karayolları’nda geçirdiğin son dört sezonu nasıl değerlendiriyorsun, özellikle üçüncü sezondan itibaren yakaladığın önemli bir çıkış söz konusuydu. 4-5 yıl önceki Ayçin’le şu anki Ayçin arasında ne gibi farklılıklar olduğunu düşünüyorsun?
Karayolları benim doğduğum büyüdüğüm yer, oranın her tarafında benim fotoğraflarım vardır. Çocukluğumdan bugüne kadarki gelişimim oradaki camlarda bile var. Nasıl anlatayım, çok özel bir dört sezon. Sabretmeyi ben orada öğrendim. Orada birbiriniz için oynuyorsunuz, kızlar birleşip birbiriniz için oynuyorsunuz. Gerçekten çok farklı bir duygu, geçen bir yerde daha anlattım. Pandemiden sonraki sezon, maçlar başlamıştı ve seyircisiz oynanıyordu. Ben çok hastayım, doktora gidiyorum ama bir türlü iyileşmiyorum. -Kronik sinüzitim var, her sene mutlaka oluyor.- İlbank’la maça çıkacağız ama nefes alırken beynim yanıyor, çok kötüyüm. Maça başladık, ben oynuyorum ama sıçrayamıyorum. Çöküyorum, tam sıçrama kısmına geliyoruz sıçrayamıyorum. Döndüm ve kızlara dedim ki: “Ya ben sıçrayamıyorum, yapamıyorum!” Tuğçe de dedi ki: “Bugün olmaz, bugün olmaz yarın olsun o. Böyle olmaz. Biz sana yardım edeceğiz.” Orada o gün herkes kendine düşenin fazlasını yapmıştı, birbirimize yardım ettik ve ben de sahada elimden geldiğince daha fazla ayakta kalmaya çalıştım. Bu o kadar özel bir şey ki “Sen bunu yapacaksın, bu senin işin; bahane…” şeklinde söylenip kenara da çekilebilirlerdi. Böyle yapmayıp benim açığımı en iyi şekilde kapattılar ve biz o günden sahadan 3-0 galip ayrılmıştık. Daha açıklayıcı bir şey olamaz sanırım. Sonrasında da Covid-19 testim pozitif çıkmıştı.
Bazen Başkan maçlarımıza prim koyardı, kendi aramızda konuşurken birimizin bir şeye ihtiyacı olduğunu ve o prime ihtiyacı olduğunu öğrenirdik. Özellikle o arkadaşımızın o ihtiyacını tamamlaması için her zamankinden daha da iyi oynardık. Birbirimize tutunmayı bildik. Kızların Isabelle’e (Haak) kafasıyla defans yaptıklarını, sahanın içine girip göğüsleriyle top karşıladıklarını… Çünkü böyle bir şey, orada birbirimize ihtiyacımız var ve elimizden geleni yapıyoruz. O duygu çok farklı bir şey… Mesela ligden düşmemiz kesinleşmişti ve buna rağmen Kuzeyboru’yu yenmiştik, çok üstümüzde bir takımdı. Biz o sahada galibiyete aç bir takım olarak birbirimiz için savaşmayı, her şeyden önemlisi voleybol oynamayı çok seviyorduk. Ben bir kez bile orada hiçbir oyuncunun “Aman ben neden oynamıyorum, şöyle böyle vs.” dediğini bilmem.
Galatasaray’a transferin nasıl gerçekleşti, o süreçte neler yaşadığından bahsedebilir misin?
Galatasaray beni ilk olarak ben 15 yaşındayken takıma dahil etmek istemişti. O zamanlar olmadı çünkü çok küçüktüm ve okul durumum da söz konusuydu. Aradan yıllar geçti yeniden istediler ama bu kez kulübüm Karayolları ile sözleşmem devam ediyordu, hiçbir yere bırakmıyorlardı. Geçtiğimiz yıl artık serbest oyuncu durumuna geliyordum, birçok takımdan teklif geldi. Galatasaray’ı tercih ettim, “Ayçin, Ayçin, Ayçin, Ayçin…” (gür sesle) şeklinde olunca çok sıcak ve yakın geldi. (gülüyor)
Takımdan ayrılacağına dair haberler çıktı…
Galatasaray’dan başka takımla anlaştığıma dair haberler doğru değil. Böyle haberler taraftarın da bana cephe almasına sebep oldu. Hala buradayım, önümüzdeki sezonda da Galatasaray’da oynayacağım.
Bir orta oyuncudan beklenen elementlere bakacak olursan kendi voleybol stilini nasıl tanımlıyorsun?
Bir orta oyuncudan öncelikli olarak blok bekleniyor, öncelikli ve birincil görevi bloktur şeklinde düşünülüyor. Katılmakla birlikte ben şuna çok inanıyorum: İstisnalar dışında hiçbir takım ortadan hücum etmediği sürece kazanamaz, kazanmak istiyorsan ortadan hücum etmek zorundasın. Orta oyuncu olduğum için değil bu benim direkt kişisel görüşüm. Bir orta oyuncuyum, karşı takım ortadan da hücum ediyorsa ben mutlaka orta oyuncuyu beklemek zorundayım, bu köşelere geç kalabileceğim ve blokların düzensiz yerleşebileceği demek çünkü rakip pasör ortaya da atabilir şeklinde düşünülebiliyor. Ben açıkçası power atakçı bir orta oyuncuyum o yüzden ortayla oynayalım. (gülüyor)
Defansı en zor olan atak orta atağı bu yüzden kullanmak gerekiyor diye düşünüyorum. Evet, bir orta oyuncunun birincil görevi sonuna kadar blok, bu doğru ve belki değişmeyecek bir şey ama bir orta oyuncu sahada kalabilmek için aynı zamanda çok iyi atak da yapıyor olmalı. Biz ortalar çok fazla pas alamıyoruz ama aldığımızı öldürdüğümüz zaman zaten işler çok fazla değişiyor o yüzden de atak da bir orta oyuncu için çok önemli.
Sigmund Freud, “Zayıf noktalarınızdan güçlü taraflarınız doğacaktır.” der. Senin, oyununda veya mental anlamda hala gelişme kaydetmeni düşündüğün yönlerin var mı?
Her şey. Ben hayatımın hiçbir noktasında şunu bilmiyorum, diyelim ki maçtan çıktım: “Of, bugün çok iyi oynadım!” Çıkıyorum maçtan, hep kendi kendime diyorum ki: “O servisi neden kaçırdım, kaçırmamam lazımdı. Şu topu şu açıya vursaydım daha iyi olabilirdi.” Karayolları’ndaki son sezonumda 20-25 sayılarla çıktığım maçlar olmuştu, bir orta oyuncu için çok yüksek denebilecek skorlar elde etmiştim. O maçlardan çıktığımda hiçbir zaman: “Of ya, bugün de 20 sayıyla çıkmışım. Çok iyi oynamışım.” Dediğim maç olmamıştır. Hep “Acaba nerede hata yapmıştım, daha iyisi olabilir miydi, nasıl olabilirdi? Şunu şöyle yapmalıyım, bunu böyle yaparsam daha iyi olabilir.” şeklinde düşünmüşümdür. İyi yaptığım şeyleri de özümsüyorum ama bunu büyütmüyorum. Ailemden hep böyle gördüm, annem hep maçtan sonra: “Bugün şu servisi kaçırdın, hata yapmaman gerekiyor, kendini iyi hissetmiyorsan topu oyunda tutman gerekiyor, takımına fayda sağlaman lazım ki açıktan alsınlar ve highball oynasınlar” gibi söyler ve daha iyisini yapmam için çabalar.
Hep daha iyisi olsun diye düşünürüm, belki zayıflık olarak görünebilir ama yetinmeyi bilmiyorum. Ne kadar çalışırsam çalışayım yetmez, hep daha fazlasını yapmam lazımmış gibi düşünürüm. Geçen Ataman ağabey (Güneyligil) ile şöyle oldu, antrenman bittikten sonra “Ekstra blok çalışabilir miyim?” dedim, antrenmanda o gün sıra olarak en son çalıştığımız şey ise zaten blok. “Yeni çalıştık” diyor, o kadar haklı ki ama sanki böyle daha çok yapmam lazımmış gibi geliyor.
Ben fiziksel gelişimini vaktinden sonra tamamlayan bir çocuktum. Bu konuda bana Hüseyin ağabey (Doğanyüz) şunu çok derdi: “Bazıları erken parlayıp sönerler, bazıları geç parlayıp kalırlar.” Ben mesela çok geç görüldüm, milli takıma da ilk olarak U17 ile gittim, daha alt milli takım yapılarında yoktum belki o yüzden de daha çok çalışmam ve daha iyisini yapmam gerekiyormuş hissiyatı oluşmuştu. Boyum 9. sınıfa kadar 1.64’tü, ergenliğe geç girdiğim için o yıl 20 santimetre birden attım.
Filenin Sultanları’nın geçtiğimiz yaz açıklanan kadrosunda yer aldığını öğrendiğinde neler hissettin, geçen yaz milli takım formasıyla yer aldığın turnuvaları nasıl değerlendirirsin?
Harika! (Gülüyor) Gerçekten milli takım benim için çok özel, çook önemli. Çok farklı bir duygu, Türk bayrağını taşımak, ülkeni temsil etmek ve başka ülkeleri temsil eden çok iyi oyuncularla karşı karşıya gelebilmek. Ülkeni temsil etmek de bir noktada bunu hak ettiğini ve bu kadar iyi olabildiğin anlamına geliyor, bu çok güzel. Öğrendiğim an çok mutlu olmuştum, ilk olarak annemle paylaşmıştım. Kamp serüveni başladığında ilk İzmir’e gitmiştik, gerçekten inanılmazdı. Benim için o kadar güzel ve bir o kadar keyifliydi ki anlatamam. Hani derler ya zamanı geriye sarsam ve o anlara gitsem diye beni oraya koyun ve orada aylarca çalışayım hiç önemli değil. Off günlerinde “Bugün neden antrenman yok?” diyordum ve “Ayçin yeter” diye kızıyorlardı. (Gülüyor) Antrenman yapmaktan, çalışmaktan, kahve içmekten… Kızlarla birlikteyken inanılmaz iyi anlaşıyorduk. Bu kadar kızın bir arada birbiriyle bu kadar iyi anlaştığı bir ortam muhtemelen çok az görülmüştür. Herkes birbirine yardım ediyordu ve antrenmanlar çok kaliteli geçiyordu. Alper ağabeyler bize bir şeyler öğretebilmek için çok çabaladılar, orada kendime çok fazla şey kattığımı hem fiziksel hem de mental anlamda gelişme kaydettiğimi düşünüyorum.
Akdeniz Oyunları ve İslam Oyunlarına katılmıştık, sonrasında Giovanni beni Dünya Şampiyonası kadrosuna çağırmıştı. Orası benim için çok daha farklı, çok daha gurur verici oldu. A Milli Takım ile antrenman yapabilme keyfini yaşadım, takımda kendimi hiç kötü hissetmedim yabancılık duygusu çekmedim. Hep yardımcı olmaya çalıştılar. Birlikte yurtdışı kamplarına gittik, bir baktım ben Dünya Şampiyonası’na gidiyorum. O turnuva da çok güzel başladı ama keşke daha iyisi olsaydı. Benim için unutulmaz bir yazdı.
A Milli Kadın Voleybol Takımımızda bu yıl önemli bir görev değişimi yaşandı, Filenin Sultanları’nın yeni başantrenörü Daniele Santarelli. Bu bağlamda bu yaz oynanacak turnuvalar hakkındaki düşüncelerin nelerdir?
Bu yaz oynanacak tüm turnuvalar ülkemiz için birbirinden değerli ve önemli. Çok yoğun bir yaz olacak. Milletler Ligi (VNL), Avrupa Şampiyonası ve Olimpiyat Elemeleri oynanacak. Umuyorum ki her turnuvada çok güzel başarılar elde edilir. Daniele Santarelli’nin çalışma sistemini çok merak ediyorum. Sırbistan ile Dünya Şampiyonası’nda altın madalya kazandı, bir antrenör için çok önemli bir başarı. Aynı zamanda Imoco’da elde ettiği başarılar çok önemli ve değerli. Onunla çalışma fırsatı bulabilirsem çok mutlu olurum. Yeni şeyler öğrenmek, farklı bir sistemin parçası olmak değişik olabilir. Belki voleybola bakış açımızı değiştirecek bir şeyler olacak, açıkçası merak ediyorum.
İlerleyen dönemde yurt dışında oynama düşüncen olabilir mi peki?
Açıkçası Türkiye şu an Avrupa ve Dünya çapında düşünüldüğünde en iyi liglerden birine sahip. Benim açımdan şöyle bir ikilem olabilir. Birincisi: “Ben kendi ülkemde üst düzey voleybol oynayabiliyorum, öyleyse neden gideyim?” Bir yandan da böyle bir düşüncem olabilir: “Yurt dışına gitmek ister miyim, kesinlikle isterim. O tecrübeyi tatmak, farklı bir ülkede yabancı oyuncu olarak oynamanın farkına varmak değişik olabilir.” Önümüzdeki 1-2 yıl düşünmüyorum ama ilerisi için de imkanım ve fırsatım varken kariyerimin bir noktasında neden olmasın diye düşünüp isteyebilirim. Sadece şu an biraz erken gibi geliyor.
Hırslı biri misin, senin için rekabet ne anlam ifade ediyor?
Hırslıyım ama rekabetin benim hayatımda çok bir yeri yok. Çünkü ben şöyle düşünüyorum, rekabet biraz insanları ve işleri çirkinleştirebiliyor ve bu benim hoşuma gitmiyor. Bence herkes çalışsın, elinden geleni yapsın, ondan sonra da eğer iş kime veriliyorsa herkes onu desteklesin. Bu bana daha doğru geliyor. Tamam evet çok hırslıyım, iyi yapmak istiyorum ama dediğim gibi bu şekilde…
Aslında biraz da şunun için sordum. Son dönemde A Milli Kadın Voleybol Takımımız için orta oyuncu havuzu her zamankinden daha seçenekli ve bu durum çetin bir yarışı da beraberinde getiriyor gibi görünüyor.
Milli takımla ilgili şöyle düşünüyorum, evet geniş bir orta oyuncu havuzu var. Bu belki her mevki için geçerli, sonuçta her yaz milli takımda geniş bir kadro ile başlanıyor. Ama burada şu çok önemli, oraya gittiğimde ben elimden geleni yapıyorsan ve kalırsam da ayrılsam da orada içim çok rahat oluyor. Çünkü ben elimden geleni hatta fazlasını yapıyorum, sonrası ise antrenör takdiri. Benim ülkem için ne daha iyi olacaksa ve kim ülkem için zor durumda katkı verecekse onun orada olması tabi ki daha doğru.
Ben orada olmak ister miyim, tabi ki sonuna kadar çok isterim. Herkes elinden gelenin fazlasını yaptığında sonrası antrenörün takdirine kalıyor. Milli takım ülke için çok önemli, Dünya Şampiyonası’nda görev aldığımda elimden gelenin fazlasını yapmaya çalıştım, takıma en fazla katkıyı vermeye çalıştım ama görev verilmediğinde ise sonuna kadar arkadaşlarımı destekledim. Milli takımda önemli olan, ülke için en iyisini yapmak. Rekabetçi hırslar, o oynamasın ben oynayayım şeklindeki düşünceler bana hiç doğru gelmiyor.
Melissa Vargas bu yaz ilk kez A Milli Kadın Voleybol Takımımızın formasını giyecek. Bu konuda düşüncelerin neler?
Melissa Vargas bence inanılmaz bir oyuncu. Çok güçlü ve çok yetenekli. Vargas’ın gerçekten milli takımımıza çok büyük bir katkı vereceğini ve yardımcı olacağını düşünüyorum. Fenerbahçe ile oynadığımız maçları düşündüğümde gerçekten önlem alınabilmesi çok zor bir oyuncu, umarım milli sezonda diğer milli takımlar da ona önlem almakta çok zorlanırlar. Çok güçlü, çok fazla açısı var, aynı zamanda çok iyi servis atıyor ve çok yüksek. Bunlar çok önemli özellikler ve bence çok iyi bir sporcu. Umarım o da milli takım ortamını sever ve milli sezon onun için çok iyi geçer.
Milli takım ve Galatasaray’ın önemli bir parçası olarak kendine hedef olarak belirlediğin bir nokta var mı, sportif kariyer anlamında en çok neleri başarmak istiyorsun?
Çok cevaplayabileceğim bir soru gibi gelmedi. Dediğim gibi küçüklüğümden beri hep şöyle düşünürüm: “A Milli Takımda oynamak ve Olimpiyata gitmek, adı hatırı sayılan bir sporcu olmak, arkamda iz bırakmak istiyorum. Mesela insanlar ‘Bir Ayçin geçti bu ülkeden…’ desinler istiyorum. Kız çocuklarına ışık olmak, umut olmak, insanların hayatına dokunmak… Yani kısaca bir şeyler değişsin ve bu konuda benim de çorbada bir tuzum olsun istiyorum.” Anlatabildim mi bilmiyorum ama o şekilde…
Ayçin Akyol, voleybolun sadece oyuncu olarak bir parçası mıdır yoksa aynı zamanda iyi bir voleybol seyircisi midir? Voleybol dışında hangi branşları takip etmeyi seversin?
Bu sene futbol izlemeye başladım, henüz statta maç izleme fırsatım olmadı açıkçası bizim için her şey çok yoğun. Tenis çok hoşuma gidiyor ama fırsat bulamıyorum. Babam basketbolcu olduğu için eskiden babamla birlikte basketbol izlerdik, şu an ben çok izlemiyorum. Voleybol izlerim, maçları iyi takip ederim. Bugün Eczacı’yla Ebrar’ın maçı var, onu izleyeceğim. Simge abla, Hande, Ebrar üçünü birbirinden ayrı seviyorum. İnanılmaz tatlılar. Nasıl geçecek merak ediyorum, Eczacı bu sezon ligde daha hiç mağlubiyet almadı, iyi oynuyorlar. Ebrar’ın da haberlerini alıyoruz o da çok iyi bir sezon geçiriyor. Bakalım nasıl bir maç olacak merakla bekliyoruz. (Röportaj, Igor Gorgonzola Novara – Eczacıbaşı Dynavit CEV Şampiyonlar Ligi Yarı Final ilk maçı öncesinde yapıldı.)
Sosyal medyaya ne kadar ilgilisin, ismini arattığın oluyor mu veya hakkında yapılan yorumları okuyor musun?
Google’da ismimi hiç aratmadım ama bunu annem yaptı. (Gülüyor) Sosyal medya, şu anda galiba aktif kullanmadığımla ilgili birkaç şikayet almakla birlikte, günümüzde çok önemli. Bana bir ara “Ayçin bir Instagram hesabı olduğunu unuttu sanırım.” diyorlardı. Şu anda gerçekten önemli, yaptığınız işi ne kadar iyi yaparsanız yapın onun yanında bir de sosyal medyada gözükmek zorundasınız çünkü şu an insanlar bunu istiyor. Doğru veya yanlış, biz beğenelim ya da beğenmeyelim durum bu. Onun dışında yorumları çok okumuyorum, genelde etiketlendiklerim ve mesaj istekleri düşüyor. Twitter üzerinden etiketlenenler düşüyor. Onun dışında oturup yorumlara bakayım şeklinde düşünmüyorum. Güzel yorumlar olduğu zaman mutlu oluyorum, desteklendiğimi ve sevildiğimi görmek mutlu ediyor. Maçlardan sonra da fotoğraf çektirirken aynı şekilde, elimden geldiğince herkesle çektirmeye çalışıyorum. Onlar bizi oraya desteklemeye geliyorlar, ben de onlar için elimden ne geliyorsa yapıp onları bir noktada mutlu etmek istiyorum. Sonuçta biz de o yollardan geçtik. Bir noktada voleybol, onlar destekledikleri için de bu kadar popüler.
Taraftardan bana transfer haberlerine kadar hiç kötü yorumlar olmamıştı. Hep güzel yorumlar, mutlu eden sözler yazıyorlardı. O tarz haberlerden sonra gelen “Gideceksen git”, “Galatasaray’ı hak etmiyorsun”, “Saygısızlık yapıyorsun” şeklindeki yorumlar beni üzdü. Ben şu an Galatasaray’dayım, burada oynadığım ve oynayacağım her maç benim için çok değerli ve kıymetli.
Bazen de olaylar linç boyutuna varabiliyor…
Dünya Şampiyonası’nda verdiğim bir röportajda bunu yaşadım. Bu konuda da neden her şeye iyi tarafından bakmıyoruz da içinde kötülük arıyoruz? Kötü söz söylemek için sebep aramak gibi geliyor. Orada biz elimizden geleni yapıyoruz, ülkemizi temsil etmeye ve getireceğimiz en iyi başarıyı getirmeye çalışıyoruz. Kulüpte de aynı şekilde, en iyisini ortaya koymaya çabalıyoruz ki kulübümüz daha başarılı olsun, takımımız galibiyetler alsın, taraftarımız mutlu olsun diye… Hani bunları cımbızla alıp kötü yerlere çekmek ve onun üzerinden yorumlar yağdırmak doğru gelmiyor.
KISA KISA
Rakip olarak oynarken en çok zorlandığın oyuncu?
Vargas, Boskovic ve Egonu.
En sevdiğin film ve kitap?
Film: Kör Nokta, Umudunu Kaybetme. Kitap: Empati
Galatasaray’da en iyi anlaştığın takım arkadaşın?
Mina Popovic (Şekerim) Hayatımda bu kadar tatlı, pozitif ve iyi birini görmedim. Bayılıyorum, böyle bir kadın yok.
En bilinmeyen yönün?
Eğlenceli biriyim, ince düşünürüm.
Günlük hayatında en çok kullandığın kelime?
Çiçeğim.
Güzellik ve bakım rutinindeki en vazgeçilmez ürün?
Shiseido Essential Energy Hydrating Cream ve Bioderma AKN MAT 30
En mutsuz anlarında kendi kendine söylediğin cümle?
Annem beni böyle büyüttü: “Sen Ayçin’sin, yaparsın.”
Kritik anda blok sayısı mı tek ayaktan smaç sayısı mı?
Atağı durdurmanın hazzıyla atağın hazzını ayıramam, ikisi de.