Giovanni Guidetti Pazar Sabah’ için Sonat Bahar’a konuştu…
VakıfBankKadın Voleyboltakımını başarıdan başarıya koşturan koçGiovanni Guidettiartık bir Türk gibi yaşıyor. Bunda eşi voleybol oyuncusuBahar Toksoy‘un etkisi büyük elbette. Evlerinin kapısını Pazar SABAH’a açan milli damadımız Giovanniİstanbul‘daki hayatını ve yeni projesini anlattı.
Dünyaca ünlü voleybol koçu Giovanni Guidetti 10 yıl önce İstanbul’a geldiğinde şoke oldu. Ne şehre, ne yaşama, ne de takıma alışamadı. 2008 yılında İstanbul, kesinlikle rüyalarının şehri değildi ve bu şehrin ona sunacağı güzelliklerden haberi bile yoktu. O sıralar bir an evvel geri dönmeyi kafasına koyan bir spor adamıydı. Bir süre sonra Giovanni, İstanbul’a alıştı. O noktadan sonra hayat onun için farklı bir şekilde akmaya başladı.
Önce onun çalıştırdığı takımda voleybol oynayan Bahar Toksoy’a âşık oldu. O dönem takımın kulüp başkanı olan İlker Aycı’yı ve ailesini yanına alarak kız istemeye gitti. Türk usulü bir törenle dünyaevine girdi. Öyle ki, İstanbul’da kıyılan nikah töreninin ardından Bahar Toksoy’un baba ocağı olan Denizli’nin Çine İlçesi’ne bağlı Dorumlar Köyü’ne gidip, at üstünde gelen eşini sekiz köşeli şapkayla karşıladı. Düğünde Aydın zeybeği bile oynadı.
Beş yılı tamamlayan evlilikleri, üç buçuk yıl önce Alison isimli bir kız çocuğuyla renklendi.
Bu arada Guidetti, takımını başarıdan başarıya koşturdu… VakıfBank, son iki Dünya ve Avrupa şampiyonu olarak uluslararası alanda voleybola damgasını vurdu.
Bu arada koç Guidetti, Türk kahvesine alıştı, trafiği çözdü, baklava favori tatlısı oldu.
Yani o artık bizim yabancı damadımız. Kendisi de bu durumun farkında ve burada olduğu zamanı anlamlı kılmak için çok özel bir projeye imza attı. Türkiye’nin sosyal ve ekonomik açıdan dezavantajlı bölgelerinde yaşayan kız çocuklarına voleybolu sevdirmek ve onları spor yapmaya teşvik etmek için Yarının Sultanları ismini verdiği özel bir sosyal sorumluluk projesi başlattı. Türkiye’nin dört bir yanını gezerek, kızlarımıza voleybolu anlatıyor Guidetti.
Evinde bir araya geldiğimiz Giovanni Guidetti ile Türkiye’deki hayatını, ailesini ve projesini konuştuk: – 10 yıldır Türkiye’de yaşıyorsunuz. Bu 10yılı kişisel ve profesyonel olarak nasıl tanımlarsınız?
– Başlangıcı ilginç diye tanımlayabilirim.
Üzücü, hayal kırıklığı dolu bir başlangıç yaptım.
İlk yılım için felaket demek istemiyorum ama kötüydü! Hem kariyerim adına hem de özel hayatımda her şey çok kötüydü. Kişisel olarak şöyle bir durumum vardı, o dönem ki kondisyonerimiz Alessandro Bracceschi ile iki İtalyan’dık İstanbul’da. 10 yıl önce Türkiye’ye geldiğimizde İngilizce konuşulma oranı şimdikinden kötüydü. Trafikte yol bulmak imkansıza yakındı. Araç kullananlar efsaneydi. Gece dışarı çıktığımızda iki erkek olduğumuz için mekanlarda içeri alınmıyorduk. Hiçbir yere.
İtiraf ediyorum ki, geldiğimin üçüncü ayında ajansımı aradım ve İtalya’ya dönmek istiyorum dedim. VakıfBank’ın salonundan içeri girdiğimde yaşadığım şok ayrıydı, Selimiye’deki salonu bana gösterdiklerinde, “Burası çok şirin bir yer. İyi tamam da esas salonumuz neresi?” dedim. “Burası!” dediler. İnanamadım.
– İlk yılınızda takım da kötüydü hatırladığımkadarıyla…
– Evet. O yıl takımla da başarı gösteremedik.
Hayatımın şokudur. Sonra kulüp başkanına gittim, şu anda Türk Hava Yolları’nın başında olan İlker Aycı’ydı başkan. Ona dedim ki, “Her şey için çok teşekkür ederim, başarısız oldum ve yollarımızı ayırabiliriz.” Ama o dedi ki, “Nereye gidiyorsun, bu yıl böyle geçmiş olabilir, biz sana inanıyoruz. Devam etmeni istiyoruz, seneye iyi olur her şey!” Bu çok beklenmedik bir şeydi. Dışardan baktığınızda Vakıfbank harika ve müthiş başarılara imza atan bir takım olarak duruyor ama emin olun, o salondan iki yıl önce kurtulup yeni salonumuza geçtik. İki yıl önce bu takım, Avrupa ve dünya şampiyonu olduğunda küçücük bir salonda çalışıyorduk. Bu seviye için yeterli bir salon değildi ama oradaydık. Aslında nerede çalıştığından çok nasıl çalıştığın önemlidir. Bu nedenle VakıfBank’ın başardıklarını bu açıdan da değerlendirmek gerekiyor. O zamanlar burada 10 yıl kalacağım aklımın ucundan geçmezdi.
– O ilk yılın ardından her şey yoluna girdimi?
– Evet yavaş yavaş oturdu her şey. Bahar’la beş yıldır birlikteyiz, üç yıl önce Alison doğdu ve her şeyi değiştirdi. Şu anda İstanbul, her şey için en mükemmel yer bana göre. Her şey doğal olarak, hiçbir plan dahilinde olmadan yoluna girdi.
EŞİMLE BİRBİRİMİZİ ANLIYORUZ
– Burada yaşamaya da alıştınız sanırım…
– Bir İtalyan için İstanbul’da yaşamak kolay.
Çünkü biz Akdeniz kültürüne sahip insanlar olarak benzerliklerimiz çok. Bunun yanında ben çok kolay bir adamımdır. Bitlis’e de Monte Carlo’ya da İstanbul’a da adapte olurum. Bana oradaki en iyi pizzacıyı bulun yeter (gülüyor).
İstanbul’a ailem, arkadaşlarım da geldi zaman zaman. Burayı sevmemek zor.
– En çok neyini seviyorsunuz İstanbul’un?
– Seçeneklerini. Her şey var. Büyük şehirleri severim. Düşünün sokağımda bir manav var, hiç kapanmıyor. Birgün ona sordum, “Sabahın 05.00’inde kim portakal almaya gelir? Niye kapatmıyorsunuz?” diye. Bana dedi ki, “Kapım yok, nasıl kapatayım?” Çılgınlık. Bunun dışında İstanbul voleybol işini yapan biri için çok verimli bir yer.
– Eşinizle aynı takımdaydınız. Şimdi farklıtakımlardasınız. Daha iyi mi oldu?
– Aynı takımda ve aynı evin içinde olmak daha zordu. Bazen organizasyon konusunda sıkıntı yaşayabiliyoruz ama bazen de bu işimizi kolaylaştırıyor. Çünkü ben dışarda olduğumda, o evde olabiliyor artık. Bizim hayatımız, birbirimizi anladığımız bir ortamda geçtiği için kolay. Çünkü işimiz normal bir iş değil. Bu işi yapmayan birinin anlaması zor. 24 saat boyunca yapılan bir işten söz ediyorum, ister oyuncu ol, ister koç. Eşim iyi oynamadığında, bir şey yemek istemez, bir şey yapmak istemez, kötü bir modda olur.
Arkadaşlarımız bile zaman zaman anlamaz bu durumu. Ama ben anlarım çünkü bu işin içindeyim. Önemli bir maç öncesi çok az konuşurum, çünkü sürekli düşünürüm. O hafta yok gibiyimdir. Ama bunun için eşim bana kızmaz. Biz birbirimizi çok iyi anlıyoruz. Çünkü çok fazla stres var, inişler çıkışlar sürekli hayatımızda. Elbette evdeki hayatımızı farklı bir biçimde kurgulamaya çalışıyoruz, bu konuda en büyük yardımcımız kızımız Alison.;
İYİ ESPRESSO YOKSA TÜRK KAHVESİ İÇERİM
– Burada yaşamaya başladıktan sonra edindiğiniz kötü alışkanlıklarınız var mı?
– Haftada birkaç kez trafik cezası yiyorum. Ya hızlı gidiyorum, ya kemeri takmıyorum diye, ne bileyim böyle oluyor. Ben de anlamıyorum. Sonra, yemek pişirmiyorum internetten sipariş ediyorum bu da kötü bir alışkanlık. Evde pizza dışında bir şey piştiği söylenemez.
Pizzayı iyi yaparım ama… İyi bir espresso yoksa Türk kahvesi içebilirim ama iyi espresso varsa onu içerim hâlâ. Çay da içiyorum zaman zaman. En çok kahvaltıya bayılıyorum Türkiye’de… Çok iyisiniz bu konuda.
BİTLİS’E VOLEYBOL ÖĞRETMEYE GİTTİK, HAYATA DAİR ÇOK ŞEY ÖĞRENİP GELDİK
– Projeden söz edelim biraz da… Neden böyle bir karar aldınız?
– Bu ülke bana, hayallerimin ötesinde bir kariyer, mutlu bir aile ve güzeller güzeli bir kız çocuğu verdi. Her gün ne kadar şanslı olduğumu düşünüp şükrediyordum. Bu ülkenin bana verdiklerinin karşılığında, ben de bu ülke için bir şeyler yapmalıydım. Ama anladığım tek konu voleybol.
Bir yerlere top ya da ekipman götürmekten ötesi olması gerekiyordu. İlham vermeliydi. Türkiye’nin sosyal ve ekonomik açıdan dezavantajlı bölgelerinde yaşayan kız çocuklarına ulaşmaya karar verdik.
Yarının Sultanları projesi bu şekilde doğdu. Spor herkes için bir seçenek ve bu yolla bir iş sahibi olabilirsiniz, iyi okullarda ücretsiz okuyabilirsiniz, sağlıklı bir yaşam sürersiniz. Gençlere ve özellikle kız çocuklarına bu mesajı vermekti amaç.
– Nerelere gittiniz?
– İlk ayağını kasım ayında Bitlis’te gerçekleştirdik.
Bir okulun içini görme şansım da oldu. Kış ayları geldiğinde bazı çocuklar evleri çok uzakta olduğu için okulda kalmak zorunda olduğunu öğrendim.
Birçoğunun kıyafetlerini de devlet veriyormuş çünkü imkanları uygun değil. Bu nedenle biz antrenman sahasına gittiğimizde bazıları gündelik kıyafetiyle geldi çünkü spor kıyafetleri yoktu. Bunu görmek çok üzücüydü. İki gün içinde beş farklı okulu ziyaret edip, farklı yaş gruplarından 120’ye yakın kız çocuğuyla voleybol antrenmanı yaptık.
Her okuldan ayrıldığımda çocuklar bırakmak istemediler bizi. Bazıları ağladı.
– Sonra nereye gittiniz?
– 7 Ocak’ta Elazığ’a gittik. Burada koşullar daha iyiydi. Bu kez yanımda Fenerbahçe Voleybol Kulübü’nde oynayan eşim Bahar Toksoy ve Vakıfbank’taki oyuncumuz Melis Gürkaynak da vardı.
100’e yakın kız çocuğuyla antrenman yaptık. Oyuncuların yanımızda olması farklı bir motivasyon sağladı çocuklara. Akıllarındaki her soruyu sordular. Antrenman aralarında bire bir konuşabilecekleri, dertleşebilecekleri sohbetler planladık. Bakışlarındaki umudu gördüm, yüzlerinden biz de onlar gibi olabiliriz hissi okunuyordu.
Voleybol öğretmeye gidiyoruz, hayata dair çok şey öğrenip geliyoruz. Burada amaç yeni bir yetenek keşfetmek değil, “Bunu sen de yapabilirsin” mesajını vermek.
– Daha önce Türkiye’nin Doğusuna gitmiş miydiniz?
– Hayır! Bu yolla bölgedeki turistik yerleri gezme şansım da oldu ve çok etkilendim.
Kızım bazen bize kızıyor
– Bir kızınızın olması nasıl bir duygu?
– Müthiş. Biraz geç baba oldum, epey bekledim sanki. Ama hayat, doğru zamanı söylüyor sana. Hayatımın hiçbir anını planlayamadım ben. Çünkü sürekli gezdim. Bulgaristan’da, Amerika’da, Almanya’da koçluk yaptım. Bir türlü doğru zaman gelemedi. Ama kızım çok güzel bir çocuk, bizi çok iyi anlıyor. Bazen ben, bazen eşim bir ay evde olmuyor. Buna alıştı. Kızıyor zaman zaman. Bazen valizimi hazırladığımı görünce, o da kendi küçük valizini hazırlayarak tepki gösteriyor. Benimle gelmek istiyor. Evde olduğum tüm anı onunla geçirmek istiyorum.
Ona büyük bir hayranı olduğum Bono’nun sevgilisinin adı Alison’u verdim.
– Evde hangi dil konuşuluyor?
– Ortak dilimiz İngilizce. Ama ben kızıma İtalyanca öğretmeye başladım. Bahar’da Türkçe öğretiyor, bu bizim için çok önemli.
Comments are closed.