Dünyada insanca yaşamaktan daha güzel, daha doğru bir iş yoktur. Bilimlerin en büyüğü de bu yaşamı iyi yaşamasını bilmektir. Montaigne
İnsanı insan yapan yüreğindeki insan sevgisi, bilmediği şeylere karşı duyduğu meraktır. 20. Yy’a damgasını vuran teknoloji gibi görünse de, asıl iz bırakan insan sevgisiyle teknolojiyi üreten, merak eden, soru soran ve araştıran bilgi çağı insanlarıdır. Sevgisiz, birbirlerine karşı saygısız insanlar toplumlar hiçbir şeyi merak etmezler. Önlerine konulan her şeyi tüketirler nasıl üretildiğini sorgulamadan, kendisi üretmek için hiçbir çaba harcamadan, başkalarının haklarına saygı duymadan sadece tüketirler. Gelişmemiş toplumlar sadece başkalarının ürettiğini, nasıl üretildiğini merak etmeden kullanırlar. Kullandıkları teknoloji nedir? Ne için üretilmiştir? Yararlı mıdır? Zararlı mıdır? Kimsenin merak ettiği konular değildir. Örneğin cep telefonları… İlk kez 1970’li yıllarda “Uzay Yolu” dizisinde görmüş, gözlerimize inanamamıştık. Böyle bir teknoloji bir gün üretilebilir, insanların yaşamını kolaylaştırabilir miydi? Araştıran, bu teknolojiyi üretmeye çalışan insanlar, toplumlar gecelerini gündüzlerine katarak 1970’li yıllarda imkansız gibi görünen telefon rüyasını 2000’li yıllarda gerçeğe dönüştürdüler. Şu an cep telefonlarını kimin, ne için bile ürettiğini bilmeden günlük yaşamımızın içinde kullanmaya başladık. O harika teknoloji ürünlerini sorgusuz sualsiz kullanıyoruz. Ancak teknoloji mi yoksa onu üreten insan mı daha değerlidir?
Geçen hafta TV’de gezinirken bir kanalda “Devrim Arabaları”nın son kısmını izledim. Menderes’in idamından sonra Cemal Gürsel Türkiye’de yönetime gelmiştir. Cemal Gürsel Türk mühendislerinin de araba üretebileceğini!! dosta düşmana kanıtlayabilmek için çeşitli illerde çalışan 23 Türk mühendisi Ulaştırma Bakanlığı’na gizli bir görevle davet eder. Mühendislerimizin bir kısmı yurt dışından apar topar bu davet üzerine ülkemize gelirler. Cemal Gürsel’den “çok gizli” damgalı olarak gelen emir mühendislere açıklanır: Cumhuriyet Bayramı’na kadar her şeyiyle Türk olan bir araba üretilmesi emredilmektedir. Davetli mühendisler bu emri Türk İnsanının maküs! kaderini etkileyebilecek çok önemli bir gelişme olarak kabul ederler ve işe koyulurlar. Çalışma mekanı olarak Eskişehir seçilir. Zaman çok sınırlıdır, bayrama kadar araba üretebilmek için sadece 129 günleri vardır. Her gün birkaç saat uykuyla 23 mühendis gece gündüz çalışarak 28 Ekim akşam saatlerinde bir değil üç adet araba üretmeyi başarırlar. Arabalar Devrim1, Devrim2 ve Devrim3 olarak isimlendirilir. Arabalar güvenlik nedeniyle depolarına benzin konulmadan trenle Ankara’ya Cumhuriyet Bayramı’na yetiştirilir. Törenden kıl payı önce Cemal Gürsel’in denemesi için arabalara benzin bile konulacak zaman bulunamaz. Benzinsiz yapılan ilk denemede araba birkaç metre gittikten sonra durur. Cemal Gürsel “ne oldu” diye sorar. Mühendisler korku ve endişeyle “benzin bitti paşam” yanıtını verirler. Ve Cemal Gürsel’den tarihi bir yorum gelir…”Garp kafasıyla araba yapıyorsunuz, şark kafasıyla benzin koymayı unutuyorsunuz!!!” der. Ve Türk Mühendislerinin inanılmaz gayreti ve özverisiyle sadece 129 günde çok iptidai koşullarla üretilebilen devrim arabaları üretime geçmeden tedavülden kalkar. Eskisehir’de DDY’a ait tesiste DEVRİM’lerden arta kalan arabalardan sadece birisi halen sergilenmektedir. 129 günde arabayı üreten 23 mühendis sadece onur ve gururları için var güçleriyle bir ekip anlayışı içinde birbirlerine kenetlenerek çalışmışlardı. Sonuç tam bir şark işiydi. O arabaları yapabilen mühendisler elbette arabaya yakıtı da koyabilecek kadar akıllıydılar ama son ana kadar yaşanan stres ve telaş çok basit bir işi yapabilmelerine engel olmuştu.
İnsana, insanına yatırım yapmayan ülkeler bugün sadece yabancı ülkelerde üretilen arabalara binebiliyor, bilgisayarları kullanabiliyor, cep telefonlarını kulaklarından bir sn bile uzaklaştıramadan yaşam sürüyorlar. Evlerinde Fransız’ların yaptığı TURKSAT uydusundan TV seyredebiliyorlar.
Bilime teknolojiye ve onu üreten insanlara inanmak, güvenmek DEVRİM’lerin yolda kalmasını önleyebilecek tek besindir. Tenneesse Williams’ın dediği gibi “dağlarda büyüyen menekşeler kayaları parçalayabilir, yeter ki onları sevin büyümelerine izin verin”…
Ülkemizde voleybolda onurla, mutlulukla izlediğimiz büyük gelişmeler oluyor. Türk Voleybol Tarihi gözlerimizin önünde yazılıyor. Tarihe seyirci olmak yerine içinde olabilmek bir sporsever olarak hepimizin görevi diye düşünüyorum. Tesislerimiz yeniden oluşturuluyor, hiçbir fedakarlıktan kaçınılmıyor. Tesislerimizin oluşturulmasının ardından en zor görev bizleri bekliyor. Bu yeni çağdaş yapılardan şampiyon takımlar çıkarabilmek… Bunun için de antrenörlerimizin ve spor bilimcilerinin işbirliği içerisinde uzunlamasına bir çalışmayı başlatabilmesi çok büyük önem taşıyor.
Sağlıkla, teknolojiyle ve voleybolla kalın…
Hüsrev TURNAGÖL
Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri ve Teknolojisi YO
info@voleybolunsesi.com
Comments are closed.