Sitemiz yazarlarından Sezgin Kaymaz, bir internet sitesinde hakkında yer alan köşe yazısı sonrası kişisel cevap hakkını kullandı.
Kaymaz’ın köşe yazısına cevabı şöyle:
ANLAYIŞ, EDEP KİMDEYSE MEDENİYET ONDADIR…
Değerli Voleybol Camiası,
Federasyonumuzun; Sayın Cengiz TOKGÖZ’ün kendi internet sitesinden yaptığı aleyhte ve gerçek dışı haber ve yorumlara sessiz kaldığı, mantıksız sorulara mantıklı cevaplar vermeye çalışmak gibi beyhude bir gayrete prim vermediği malûmdur.
Beri yandan; bu sükûnetin, Sayın TOKGÖZ cephesinde; “Cevap vermediklerine göre demek ki haklılığımı kabul ediyorlar.” sanrısına yol açtığı, Sayın TOKGÖZ’ün bu halüsinasyonu çeşitli yazılarında dile getirdiği de malûmdur.
Sayın TOKGÖZ, öncelikle Başkanımıza, sükûnet duvarına toslayınca sinirleri bozulup Federasyonumuza ve yine sükûnetle toslaşınca iyice öfkelenerek açık veya örtülü biçimde Federasyon çalışanlarına, olmadı basın mensuplarına ve hâttâ voleybol yazarlarına yönelik; eleştiri sınırlarının fersah fersah ötesinde saldırgan, buyurgan, hakaretamiz, aşağılayıcı, dışlayıcı, yok sayıcı üslubu itibarı ile Türkiye Voleybol Federasyonunca muhatap alınmaya değer bulunmamaktadır.
Camia; bugüne kadar “Ben de zaten böyle demiştim.” dediği şeyler haricinde Sayın TOKGÖZ’den, Erol Ünal KARABIYIK Başkanlığındaki Türkiye Voleybol Federasyonunun voleybolun hayrına bir iş yaptığını işitememiş, okuyamamıştır.
Sayın TOKGÖZ, evvelce hiçbir yazımda ismini anmadığım hâlde son yazısında adımı bol bol anarak bu defa muradına erebileceğini, Federasyon veya çalışanlarından birini kavgaya çekebileceğini ümit etmiş olmalı ki, ismimi muhtelif hayvanatla; şeref, yalan, dalkavukluk, dürüstlük gibi kavramlarla bir arada kullanarak şansını bir kere daha denemiştir.
Ancak muradına eremeyecek, arzu ettiği kavga fırsatı kendisine verilmeyecektir. Bu, doğrudan kendisini hedef alarak yazdığım ilk ve son yazı olacaktır. Okuyacak olanlara sabır ve hoşgörü diliyorum.
Doğrudan hedef alındığım son yazısından incinip alındığım düşünülmesin; Türkiye Voleybol Ailesine birkaç hatırlatma yapmayı barış, kardeşlik, sevgi ve hoşgörü ocağı olması gereken spor adına görev bildim. Bu yazıyı kaleme alma sebebim bundan ibarettir.
Kendi adıma konuşurken, Sayın TOKGÖZ’ün yaptığı gibi küfre girmeyecek; “Kardaş, o 18.000 haberin sayfalara girmesini sağlayan benim.” dedi diye, onun bana yaptığı gibi; “İspatlamayan şerefsizdir.” demeyeceğim.
Ama; “Yanında Başkan için tek lâf edilmeyen biri…” yakıştırmasını rütbe kabul edecek, “Aynen öyledir. Merak eden varsa denesin bakalım.” diyerek seve seve ve gururla ilan edeceğim.
“Rüyamda göremeyeceğim maaşı aldığımı ispat edemeyen haysiyetsizdir.” demeyeceğim.
Ama; “Başkanın sol arkasında 1.5 adım geride ve elleri önüne bağlı biri. Çok saygılı biri.” nitelemesini memnuniyetle alıp kabul edeceğim.
Buna mukabil; Sayın TOKGÖZ’ün bir türlü anlayamadığı şeye sevgi ve sadakat dendiğini, bu ikisi olmadan saygının olamayacağını anlatmaya kalkışmayacak, fakat sevgi ve sadakati kısaca; “Kalbi bulanmamak, içte saklı kalan ve dışa vuran sevgiyi aynı şiddette muhafaza etmek, hâlinde leke, inancında şüphe taşımamak.” olarak takdim edeceğim.
Şair de değilim meselâ. “Benim şair olduğumu ispatlamayan alçaktır.” gibi sakil bir söz etmeyeceğim. Sayın TOKGÖZ, “Şimdi Rağbet Eşek İle Palana” yazımdan neye dayanarak kendine pay çıkardı bilmiyorum, onun adı geçmiyordu, ama ben “Yarası olan gocunur.” da demeyeceğim.
Sadece yazıyı bir de gözüyle okumasını isteyeceğim kendisinden. “Oradaki dörtlüklerin, sonuncusu hariç Kazak Abdal’a, sonuncusunun da Seyrâni’ye ait olduğunu son paragrafta belirtmiştim. Keşke sizin o engin kültürünüzle farzettiğiniz gibi o dörtlükler bana ait olsaydı.” diyeceğim.
Ama “Son paragrafta Seyrâni’nin dörtlüğünün ’genç bir cahil’e gönderildiğini söylediğim hâlde bundan da gocunmuşsunuz. Siz genç misiniz?” demeyeceğim.
Sayın TOKGÖZ’ün “5 yılda öğrenmeye çalıştığı voleybolda ne işi var?” diyerek yaptığı komplimanı kabul etmeyeceğim ve nasıl ki bunu kabul etmiyorsam, kendisine de; “Baksanıza, 38. yıla giriyorum, ben hâlâ öğrenemedim şu voleybolu.” sözleriyle yaptığı haksızlığı da kabul etmeyeceğim. Çünkü yazılarından biliyorum; kendisi, bırakınız Türkiye’yi, dünyanın sayılı voleybol otoritelerinden biridir.
Dürüst ve mutlak doğrucu bir gazeteci olarak bu ifade doğru olmasaydı; 9 Haziran 2010 tarihli Karadeniz Gazetesindeki köşe yazısında kendini böyle takdim etmezdi.
6 Ocak 2011 tarihli yazısına bakıp; “Yıldırım ile birlikte Mehmet Ali Aydınlar, Ali Koç ve öteki yöneticiler de önde kendilerine ayrılan yere oturmayıp federasyon başkanını bu yolla protesto ettiler.” dedi diye, “Başkanı Protesto etmek amacıyla yer değiştirdiklerini ispatlamayan yalancıdır.” demeyeceğim.
Hayatta demem. Ama şunu sorarım; Bayram günü Federasyon Başkanının bayramlaşmaya geldiğini gördüğünde sıra kendisine gelmek üzereyken sırtını dönüp giden; sonra karşılaşan o gazeteci, Başkan kendisine; “İnsan bayramlaşmaktan kaçar mı?” deyince ne cevap vermiş olabilir? Meselâ dürüstçe; “Seni protesto ediyorum.” demiş midir?
Gelelim “dürüst gazetecilik” erdemine. Sayın TOKGÖZ; “Çok dürüstüm.” diyorsa öyledir. Hiç itirazım yok.
AMA;
Sayın TOKGÖZ’ün kişisel internet sitesindeki 24 Aralık 2010 tarihli haberde şöyle yazıyordu:
“Bedestenlioğlu ’Ben siz arkadaşlarıma hesap veririm’ dedi ve 5 saatlik toplantıda ne soruldu ise yanıtladı.” Toplantıda “Yazılmasın” kaydı konduğu için sitemize Bedestenlioğlu’nun açıklamalarının hiçbirini koymuyoruz.
Aradan zaman geçti. 9 Şubat 2011 günü aynı sitede bu kez şu haberin yer aldığını gördük:
“Federasyonun yanlış tutumu nedeniyle görevinden istifa eden Mehmet Bedestenlioğlu, toplantıda merak edilen sorulara yanıt vermemişti.”
Tabii bu taban tabana zıt açıklamaların Sayın TOKGÖZ’ün dürüstlüğüne hâlel getirmesi mümkün değil. Ama şu bir gerçek; bu iki haberi yapan iki gazeteciden yalnızca biri dürüst.
Sayın TOKGÖZ, yine kendi internet sitesinde 11 Kasım 2010 günü şunları yazmıştı:
“Allah nasip eder de, “İlk ve Son Kitap” mesleğimin sonuna doğru mutlaka yazılacak. Cebimize parayı koymaya çalışanlar nasıl suratlarına tomarları yediler. Bana ispiyonladıkları üstlere nasıl gidip üstüme attılar. Ekmeğimle kimler oynadı. Kimler cebimden paramı çaldı. Namus abidesi olarak kendini tanıttıran namuzsuzlar, hırsızlar ve en önemlisi şerefsizler. Patron ile tehdit edenler. Hepsi o kitapta olacak. Yalnız voleybol camiamızda değil, 30 yılı aşkın gazetecilik hayatımdakiler olacak bu kitapta.”
Ama aynı Sayın TOKGÖZ, 10 Şubat 2010 tarihli yazısında şöyle buyuruyordu:
“Bir kitap yazacağım, hepinizi rezil edeceğim” diyormuşum. Eğer bunu yazan kişi, bu sözleri söyleyecek tek bir Allah’ın kulu bulursa ben yalancıyım, ya bulamazsa …”
Evet, saygıyla katılıyor ve bu feveranına hak veriyorum. Yazacağı kitapla ’hepsini’ rezil edeceğini söyleyen, yazan kişinin bizzat Sayın TOKGÖZ olduğunu ispatlayamayan yalancıdır.
Evet, “rezil edeceğim” dememiş hakikaten. “Şu cebimden paramı çaldı – Şu beni ispiyonladı – Şu ekmeğimle oynadı – Şu namussuz, şu hırsız, şu tehditçi, şuşerefsizdir.” dediğiniz zaman alınlarının ortasına bu etiketleri yapıştırdığınız insanlar rezil olmazlar; gurur duyar ve “Bak, ben eskiden şerefsizdim. Gördün mü?” diyebilmek için kitabın o kısmını ileride çocuklarına gösterebilmek amacıyla çerçeveletip duvarlarına asarlar.
Öte yandan, yine aynı saptamayı yapmakta fayda var; bu iki yazıyı yazan iki gazeteciden yalnızca biri dürüsttür.
Sayın TOKGÖZ aynı tarihli yazısında; “Bakanlara posta koymuşum… Ben nasıl bakanlara posta koyabilirim. Bunu da kanıtlamayan şerefsizdir.” dedi diye ben de kalkıp bunu kanıtlamaya gerek olmadığını, zaten kendi yazısından okuduğumu, yani kendisinin yalancısı olduğumu söylemeyeceğim.
Söylesem şöyle söylerdim: “27 Ekim 2010 tarihli, Zaman Gazetesi Spor Yazarı Sayın KARADAŞ’a taarruz ettiği yazısında, sanırım korkutmak, ürkütmek için şöyle diyor TOKGÖZ: “… Kaç spor bakanına ve servis müdürüne postayı koyan biri olduğumu öğrenememiş.”
“Eee? ’Kanıtlamayan şerefsizidir’ diyenin şerefi ne olacak şimdi?” falan da demeyeceğim.
Ama şunu diyeceğim; bu iki yazıyı yazan iki gazeteciden yalnızca biri dürüsttür.
Aynı şekilde, 10 Şubat tarihli yazısındaki; “Ve ’Meclis başkanını koşturup kupa verdirttiğine inandırmak zorunda olduğunu zanneder’ diye yazmış Sezgin Kaymaz.” sözünden yola çıkıp; “18 Ekim 2010 tarihli yazısında; “Şampiyonluk kupasını bile Meclis Başkanı Mustafa Kalemli’ye verdirtmiştim.” diyenin kendisi olduğunu da hatırlatmayacağım. “Ama Ankara’dan koşarak gelmediydi ki. Uçakla geldiydi.” diyebilir. Haklıdır.
Ancak şunu mutlaka tekrarlayacağım; bu iki yazıyı yazan iki gazeteciden yalnızca biri dürüsttür.
Meselâ Sayın TOKGÖZ, 16 Ocak 2011 tarihli yazısında; “Ancak, maketi sır gibi saklanan, projesi kime yaptırıldığı belli olmayan salonlar bu kadar olur. Yazık bu milletin parasına 30 trilyon para gitti.” dedi diye
salonun önünde 9 ay boyunca dikili duran 8-10 metre yüksekliğinde bir tabelaya kocaman yazılmış ihale bedelinin 12.744.898,37.-TL olduğunu, yani maliyetin Sayın TOKGÖZ’ün iddia ettiği o 30 trilyonun yarısına bile erişmediğinin koca koca harflerle teşhir edildiğini söylemeyeceğim.
Katiyen, “İspat etmeyen edep ve hâyâdan yoksundur.” da demeyeceğim.
Ama şunu söyleyeceğim; Ya ’30 trilyon para gitti.” diyen Sayın TOKGÖZ, ya da 12.774.898,37.-TL gitti diyen Federasyon dürüsttür.
Ben hiçbir yazımda Sayın TOKGÖZ’ün adını anmadım ve ona “yalaka” demedim, ama o gene de üstüne alınmış, benim onu kastettiğimi düşünmüş. Kendi değerlendirmesidir, saygı duyarım, ne de olsa, ben bile bilmediğim hâlde benim şair olduğumu bilecek kadar kültürlü biri o. Ayrıca “Keşke ben kendime yalakalık yapabilsem.” diyorsa bu da onun tercihidir; bana lâf düşmez. Bir şey demeyeceğim yine.
Ama, 10 Şubat 2011 tarihli yazısındaki; “Evet, bazı yazılarımda hiç karakterim olmadığı halde “Ben dürüstüm” diye yazıyorum.” deklarasyonunu kuvvetlendirmek maksadıyla yazdıklarından bazı nezih örnekler vereceğim. Sayın TOKGÖZ ne zaman üzülüp “Kimse benim kıymetimi bilmiyor.” yeisine kapılırsa açıp kendisi hakkında kendi yazdıklarını okuyarak teselli bulur, üzüntüsü bir nebze olsun hafifler diye ümit ederek.
İşte Sayın TOKGÖZ’ün kendini takdimi:
… Bırakın Türkiye’yi, dünyada sayılı voleybol otoritelerinden de biriyim.
… Cin gibiyimdir ve kafam da felaket çalışır.
… Şeref köşeleri, paneller, anketler, voleybola geniş yer ve en önemlisi güncel sorunları korkmadan gündeme taşımak gibi artılarım var.
… 1986’da Samsun’daki Karadeniz Voleybol turnuvaları’nı hala bir Allah’ın kulu yapamadı.
… Öyle organizasyonları tüm engellemelere rağmen, tek başıma yapmıştım. Şampiyonluk kupasını bile Meclis Başkanı Mustafa Kalemli’ye verdirtmiştim.
… Kariyerinde önemli katkım olmasına karşın beni ekmeğimden etmeye çalışan Şansal Büyüka’nın Erman Toroğlu’na “Türkiye’de voleybola tek başkan olacak Cengiz Tokgöz’dür” sözleri çok önemli.
… Mehmet Bengü’nün “Sen voleybolun misyonerisin” sözü ile Ergun Hiçyılmaz’ın “Sen voleybolun tanrısısın” benzetmesi yaşamım boyunca hiç kulaklarımdan çıkmayacak.
… Sayıları azalan belki de yok olmaya yüz tutan bir tipim.
… Şimdiye kadar ne kıvırdım, ne de üstlerime yağcılık yaptım.
… Siz doğru olduğu için ismi büyük ama bazen cebinde 5 parası olmayan birini tanıdınız mı?
… Nankör bir Türkiye’de yaşıyoruz.
… Şimdilerde birilerinin paçalarına yapışarak “gazetecilik” yapmaya çalışanlar, bugün sayfalarda bir şeyler yazıyorsa, biraz da bunu bana borçlular.
… Bence bu abuk-sabuk yazıyı yazan kişi, benim yanıtımı kesip saklasın. İleride çocuklarına gösterir de hava atar. “Böylesine çok büyük biri beni ciddiye aldı” diye.
… Kardaş, o 18.000 haberin sayfalara girmesini sağlayan benim.
Şiir kitabı zannettiği romanlarımın internetteki kapak fotoğraflarını sitesine yapıştırıp bir de psikanalizimi yapmış Sayın TOKGÖZ. Demiş ki; “Kitaplardan birinin adı ’Geber Anne’, bir öteki de ’Ateş canına Yapışsın’ imiş. Daha neler neler. Adamın içi fırtınalı.”
Eyvallah. Doktor parasından kurtarmış beni. Sonra da şöyle devam etmiş:
“Kitaplarına bu başlıkları veren biri, benim gibi hümanist ve entel adama nasıl kafa tutar.”
Buna da bir şey demeyecek ve “Siz hümanistim diyorsanız öylesinizdir.” demekle yetineceğim.
Ama, “Lütfen bunu da kanıtlamayan şerefsizdir.” demeyin diyerek yazılarında sık sık kullandığı “Camiada sevgi ve saygı kalmadı.” klişesinden ve “9 Şubat 2011 tarihli yazısında isabet buyurduğu; barışı sağlayacaklarına nifak tohumları eken zararlı kimselerin yarattığı şoklardan yola çıkarak; bu hümanist ve entelektüel insanın kendi yazılarında kullandığı “sevgi sözcüklerini” voleybol ailesinin takdirine sunacağım:
BUYURUNUZ!
… millet sahtekar ve kıç yalayıcılıkla bir yerlere gelmeyi iyi bildiği için ben ve benim gibilen bulunmaz oluyor.
… Artık bir yığın it ve şerefsiz adamla uğraşmaktan bıktım.
… Anladık ki, halkla ilişkilerde uzman olan, pireyi deve yapmakta usta ve en önemlisi değişik kesimlerde söz sahibi olmak için “prensip” ilkelerini çiğnemekten çekinmeyen ve gündemde kalmak için çabalayan bir dost ile karşı karşıyayız (Sayın Hasan Uğur Epirden için).
… Herkes fırıldak olmuş.
… Gazetecilikte 20 yılı devirdiğini söyleyen bir çömez (Kimse tanımıyor. Herhalde ağabeylerinin çantalarını taşıyordu) (Sayın Bülent KARADAŞ için)
… Voleybol Federasyonu’nun basın yarışması şaibeli.
… Havlayanı ben ısırırım, kaşınanı da ben ilaçlarım.
… Bu edepsizin rüyalarına bile sığmaz bunlar.
… Angut, bir düşündün mü acaba neden.
… Gerçi bir geri zekalıya bu kadar çok yer vermemem gerekirdi.
… Çok sevdiğim bir laf vardır “Eceli gelen köpek, cami duvarına işer” diye.
… Fikstür özürlü Federasyon…
… Her zengin adamın paçasına yapışanlar gibi bizim camiamıza da sonradan intikal eden ve iyi kazanç sağlayan bir kimsenin sağa-sola bok attığını duyduk.
… Federasyon 29 Ocak 2011 Cumartesi tarihinde Volley Oteli’nde bir basın toplantısı yapıyor… Gören de Çankaya’da resepsiyon var zanneder.
… Yarışmada dereceye giren eserler ise Başkent Salonu’nun girişine konuldu …Sıradan fotoğrafların arasında biri var ki, neslihan’ın göbeği ve bloğa çıkanın da poposu ön planda. herhalde görüntünün bu kısmı için jüri dereceye soktu.
… Dikkatli havla.
… Nereden geldiği belli olmayan senin nereye gideceğin de soru işareti. Yarın seni kimse hatırlamayacak bile.
… İstanbul’da yalnız başkanın odasından salon izleniyor. Bence komik ama yapılmış. Salonun görüntüsünü de bozmuş. Kaşane mi, başkanlık sarayı mı?
… Ankara ve İstanbul’daki salonlarda yabancı gazetecileri ağırlayacağımız ne bir tribün, ne de basın odası var.
… Basın toplantısı için güzel ve ferah bir salon yapılmış (Bir üstte “YOK” dediği basın odası için).
… TSYD’nin “TVF Ödüllü Basın Yarışması jürisi şaibelidir (“3 birincilik, 2 ikincilik ve 1 üçüncülük ödülü kazandım.” diyerek kendisine ödül verilince şaibesiz kabul ettiği TSYD jürisi için).
… Başkan bu salona Atatürk adını koymak istemiyor çünkü kendi isminden başka ismin ön plana çıkmasına razı değil (GSGM’den devralınan tesislerin isim haklarının korunması gerektiğini bilmediği için).
… Ölen zengin olunca federasyon değer veriyor (Mehmet Ali AYDINLAR’ın babasının vefat haberi ve taziye mesajımız için).
… TMOK Başkanı iken Burhan Felek, olimpiyatlarda altın madalya alan sporcularımıza valilik tarafından verilen ödülleri Uluslararası Olimpiyat komitesi’ne şikayet etti (İspiyonladı) ve Türkiye’ye ceza aldırdı.
… Seyahat meraklılarımız belli. başkanı kapılarda karşılıyorlar. Zaten bu kişilerin yanında da kimse ağzını açmıyor. Çünkü “anten” oldular adam olacaklarına.
… Basketbolun sponsoru gazetecileri her yere götürüyor. Bakalım bunlar ne yapacak? (Seyahat meraklısı olmadığı için).
… Herkes haddini bilsin, yoksa sizi fena üzerim.
… Ve dondaki yırtığı mutlaka dikin.
… Eğer bu toplantı takdime çalışıldığı gibi “Spor” idiyse en başta benim orada olmam gerekirdi (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının Federasyon Başkanları ve spor adamlarını davet ettiği toplantı için).
Sayın TOKGÖZ, o tatlı, barışçı, hümanist, entelektüel, sevgi ve saygı dolu üslubuyla rüyamda bile göremeyeceğim parayı bulunca koştura koştura gelip Başkanın paçasına yapıştığımı belirtmiş ve; “Aldığı maaşı merak ediyorum.” demiş. “Neden? Borç mu isteyeceksiniz?” demeyeceğim. Ama şunu söyleyeceğim; “Sizin rüyanızda bile göremeyeceğiniz kadar büyük bir huzur ve şevkle, üste para da verseniz rüyanızda bile yanında çalışamayacağınız bir adamın emrinde cân-ı gönülden çalışıyorum.”
Aslında sitelerindeki yazı ve haber altı yorum sekmesini kaldırmamış, diğer voleybol sitelerinin yaptığı gibi cesurca sürdürmüş olsalardı, ben bu bilgileri peyderpey verebilirdim seve seve. Bir sürü dezenformasyonu hemen yorumun altında “tekzip” eder ve “Bir tekzibimiz bile yok.” diye üzüntü duymalarına mani olurdum.
Aslında Sayın TOKGÖZ, telefonla katıldığı bir televizyon programında ahaliye söz verdiği gibi Başkanın karşısına dikilip o evrensel sorularını sorabilse, skandal iddialarını sıralayabilseydi, tekzipsiz geçen 38 senenin bir çırpıda nasıl berhava olduğu, ya da bir tek tartışmaya 38 senelik tekzibin nasıl sığdığı görülmüş olurdu.
Hiç olmazsa Sayın TOKGÖZ, Federasyon Başkanının açık davetine “Basın toplantısı yapmayı bile bilmiyorlar.” diyeceği yerde diğer gazeteci ve yazar arkadaşlarımızla birlikte katılmış olsaydı, tekzip kotasının nasıl rekorlar kırarak aşılacağını tüm Voleybol Ailesi görürdü. Sayın TOKGÖZ, “kıvırtmayan” bir adam olduğunu defaatle belirttiğine göre öyledir. Muhakkak işi çıkmıştır, davetin şekil şartlarını beğenmemiştir, televizyon kanalından “Haydi buyrunuz. Tarihini siz seçiniz.” diye aradıkları zaman da gene kendisini incitecek bir kabalık etmişlerdir. Yoksa mutlaka sözlerini tutardı. Kıvırtmaz çünkü.
Mayın Tarlası’nın kıymetli editoryal ekibi Demet, Nurhan, Buğra, Talat, Turgut kardeşlerimizin de belirttikleri gibi, elbette haddim değil ama, bu büyük duayenimize kritik birkaç bilgiyi vermek zorunda hissediyorum kendimi.
Sayın Duayen;
Anladık ve öğrendik ki siz her Abd-i âcize hakaret edebilir, küfredip sövebilir, çok delikanlı ve kabadayı olduğunuz için dövebilir ve Türkiye Cumhuriyetinin Spor Bakanları dahil, her bir kimseye postanızı koyabilir, ve en küçük bir eleştiri yapıldığı zaman da sinirlenip “Ben bi turnuva yaptııım… Var yaaaa…” diye kendi hakkınızda menkıbe yazmaya başlayabilirsiniz. Bunlar sizin hakkınız olsun. Ben karışmam. Ama tehdit başka bir şeydir; ister örtülü, ister açık, milleti tehdit etme huyunuzdan vazgeçiniz. “Üzerim…”, yok efendim; “Eceli gelen köpek cami duvarına işer…” falan… Yapmayınız.
İleride yine; “İspatlamayan şerefsizdir” deyip kendi yazdıklarınızı size gösterdikleri zaman da bir kere daha morarmak istemiyorsanız, çok zor olduğunu biliyorum ama, arada bir kendi yazdıklarınızı kendiniz de okuyunuz.
Bir kitabın yazarı hakkında bilgi edinmeye çalışırken, kitabın iç kapağına ayırdığınız zamanın onda birini kitabın dış kapağına ayırınız. Orada mutlaka yazıyordur “Roman” veya “Şiir” diye.
Şairliğim, zengin olmak uğruna zengin adamın paçasına yapışmışlığım ve etrafı rahatsız edecek şekilde havlamam dahil, beni gayet doğru tanımışsınız. Hepsini aldım, kabul ettim. Ben bunları yapmışımdır; siz öyle diyorsanız öyledir; ama lütfen Başkanı biraz da olsa tanımaya çalışınız. Hani diyorsunuz ya “Beni sevmeyenlere sorun.” diye; ben de sizden istirham ediyorum; Başkanı hem sevmeyenlerine, hem sevenlerine hem de kendi sevdiklerine sorunuz. Bakın bakalım; “Adama göre iş verir.” diye bir şey duyabilecek misiniz, yoksa “Babasının oğlu olsa vereceği işe uygun değilse kapıdan sokmaz.” mı diyecekler size. Bana yapınız; ananızın ak sütü gibi helâl olsun, ama Başkana yapmayınız. Beni kızdıracağım derken onu üzmüş olursunuz; yapmayınız.
Sayın Duayen;
Gerek melâmî meşrep olduğumdan, gerekse hayvanata çok değer verdiğimden, bana ha aslan demişsiniz, ha öküz, hiç fark etmez; incitemezsiniz. Şuraya kadar yaptığım iş, yani sizinle lâf yarıştırıyormuş gibi görünme sıkıntısı inanın beni çok yordu. Mutlaka değerli bir insansınızdır; size hiçbir kinim, garazım, öfkem yok. Yeminle; hem vallahi, hem billahi beni yaralayamaz, bereleyemezsiniz. Sövmek, sadece söveni zedeler, hem bu yüzden, hem de hiçbir zaman sizin gibi üstün vasıflı biri olduğumu düşünmedim, bu yüzden. Neysem oyum; kimsem kimim. Siz hakaret etmek, hor görmek, aşağılamak, boşa düşürmek amacıyla ne derseniz deyin, başaramazsınız. Ne kadar uğraşırsanız uğraşınız, sizi kritik etmek için yazdığımı düşündüğünüz o “Eşek” yazısında, sizin sarf etmediğiniz bir cümleyi sarf ettiğimi ispatlayamazsınız. Nasıl ki sizin yazınızdaki öküzün benimle alâkası yoksa, burada bahsi geçen eşeğin de sizinle alâkası yok.
Sayın Dürüst İnsan;
Ben hentbolcuyum. 320 kez milli takım antrenörü olarak dünya sahalarında Türk Milli Takımlarının başında görev yaptım. Antarktika hariç her kıtaya, her ülkeye gittim. Antrenörlük hayatım 31 sene sürdü. Hâlâ hentbol antrenörüyüm ve öyle kalacağım; çünkü ben buyum. Tüm dışlama, müslüman mahallesindeki gâvur muamelesi yapma gayretinize rağmen Başkanın beni buraya “Gel de voleybol milli takımlarına hentbol öğret.” diye getirmediği herhâlde malûmunuzdur. Hâl böyle iken; “Sen hiç voleybol bilmiyon kiiii…” demeniz oldukça komik kaçıyor. Bana sormuş olsaydınız, bunu ifşa etmek için zahmete girdiğinize bile değmeyeceğini hemen öğrenebilirdiniz. Evet; ben voleybol bilmiyorum ki. Ne olmuş? Sahaya çıkıp servis mi atması gerekiyor Voleybol Federasyonunda çalışan bir işçinin?
Wolfgang Amadeus Mozart’ın piyano tamir ettiğini, obua, kontrbas, çello çaldığını işittiniz mi siz hiç?
Uçaklardaki hosteslere pilot ehliyeti mi soruyorlar?
Duvar ustasına mimari ve statik proje mi çizdiriyorlar?
Siz profesyonel organizatör müydünüz Karadeniz turnuvalarını düzenlerken? O sırada bir organizatör çıkıp; “Sen daa yenisin. Konuşma lan!” deseydi komik kaçmaz mıydı?
Anestezistin fıtık ameliyatı yapmayı bilmesi şart mıdır?
Sezen Aksu “Işık Doğudan Yükselir” albümünü icra ederken Arif Sağ kalkıp “Sen bağlama çalmayı biliyon mu?” diye hesap sordu mu ona?
Voleybol babanızın malı mı?
Bilgisayarımda Türkçe ve İngilizce 130 bin (Aslında 135.981) resmi yazı kayıtlı. Siz gazetecilik hayatınızda kaç tane yazı yazdınız? 38 sene, hiç durmadan, benim gibi hiç tatil yapmadan, hastalık haricinde bir gün bile izin almadan, hâttâ hasta da olmadan her gün bir yazı yazmış olsaydınız şimdiye kadar 13.870 yazı ederdi. Böyle bakınca da ben 5 senelik voleybol işçiliğimle 130 bin yazı yazmışken siz 38 senelik yazarlığınızla bunun yüzde 10,66’sı kadar voleybol yazısı yazmış olurdunuz. O zaman da benim çıkıp size “Sen daha yenisin… Nerden geldiğin belli değil… Haddini bil… Seni kimse hatırlamayacak… Havlama… Öküz…” falan demem faziletli, ahlâklı bir davranış olur muydu?
1985 ve 1986’da çok güzel turnuvalar düzenlemişsiniz; elinize sağlık. Allah sizden razı olsun. “Ee, hepsi bu mu 38 senede?” desem şimdi… “Ooohooo…” diye devam edip tek tek saysam bu azımsadığınız beş senede kaç tane uluslararası turnuvayı gönüllü ekibinin oryantasyonundan eğitimine, araç gereç trafiğine, personelin sevk ve idaresine, kılık kıyafetinden güvenliğine kadar organize etmişim; ayıp olmaz mı?
Olur. Çok ayıp olur, ama ben böyle şeyler demem. Demem çünkü kafatasçı değilim, Hüseyin Rahmi Gürpınar romanlarındaki mahalle karıları gibi mahalleye yeni gelen komşuya kem gözle bakıp dedikodu yapacak, komşu gelip geçerken suratına çemkirecek tıynette değilim. Demem öyle şeyler.
Demem, çünkü takım oyunu olan hentbolden bir başka takım oyunu olan voleybola geldim ve geldiğim günden bu yana bu takım oyununda üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum. Yukarıda “… orasından burasına ben organize ettim…” dediğim tüm uluslararası organizasyonları Türkiye Voleybol Federasyonunun Başkanı, Yönetim Kurulu ve personeliyle birlikte organize ettik. Omuz omuza. Tek başıma yapmış olsaydım bile bütün sebeplerin yarattıkları sonuçlardan üstün olduklarını söyler, “Yaptımsa şu şu şu kişiler sayesinde yaptım. Her birinin katkısı benimkine beş basar.” derdim. “Ben yaptım… Tek başıma yaptım… Bütün engellemelere rağmen yaptım…” diye zıp zıp zıplamazdım.
Zaten ben tanıştığım kişileri kılık kıyafetleriyle, arabalarının üstündeki çıkartmalarıyla, maişetlerinin ne olduğuyla, mesleki bilgileriyle değil, insanî ağırlıkları ve kendilerine güven duyanları yanıltmama gayretleriyle değerlendirmeye gayret ederim. İşte bu sebeplerden, ben takıma yeni gelen oyuncuya katiyen; “Hoop. Haddini bil. Sen nerden çıktın lan?” demem.
Sayın Voleybola Başkan Olacak Tek Adam;
Zengin adamın paçasına yapışıp rüyamda bile göremeyeceğim kadar çok para kazandığım için kirada oturuyor ve ev sahibi “Artır.” dedikçe başka eve taşınıyorum. Her gittiğim sokakta yeni insanlarla tanışıyor, iletişim kuruyorum. Sevdiklerim de oluyor, sevmediklerim de. Ama her seferinde Allah’a “Bu kişiyi karşıma çıkarttığına göre vardır bir hikmeti. Sebepsiz kuş uçmaz.” deyip şükrediyor, o sokağın fakirleri için marketten alışveriş yapıyor, o sokağın sahipsiz kedi ve köpeklerini evlat ediniyorum. Olsa, eşek ve öküzlerine de sahip çıkarım seve seve. Başkan bana zaman zaman; “Sadece kendi çocuklarının babası ol.” diyor. Ama ben biliyorum onun kimlere kimlere babalık ettiğini. İçim o kadar rahat ki.
Sayın Voleybol Tanrısı;
Sizin sevgi, saygı, hümanizm ve entelektüellikten ne anladığınızı hiçbir yorum yapmadan, sizin yazdıklarınıza bakarak anlıyoruz biz. Ama siz şunu anlayamıyorsunuz; ben ömrüm yettikçe, bu Başkanın gölgesinin düştüğü yerde olacağım. Neden mi? Siz anlayamayabilirsiniz; editoryal ekibinize sorun; size, 1985 ve 86’da turnuva organize eden, hiç tekzip yememiş bir kişiye 25 sene sonra dahi sarsılmaz biçimde saygı duymak mümkün olduğuna göre, 5 sene içinde Türkiye Voleybol Federasyonunu dünyanın en büyük voleybol federasyonu yapan adama saygı duymanın hem mümkün, hem de insan olmanın gereği olduğunu söyleyeceklerdir. En azından o ekibin, bağlılık ve sadakat kelimelerinin ne anlama geldiğini bildiği belli.
Değerli Voleybol Ailesi,
Gözünüzü ve sabrınızı yordum. Teşekkür ediyor, bu camianın her ferdinin voleyboldan gelmiş olsun olmasın, her insana sevgi ve dostlukla kucak açtığını gördüğüm, bu güzelliğe Başkanımla çalıştığım 5 sene içinde sürekli şahit olduğum için “Senin nerden geldiğin bile belli değil. Tet! Pis!” gibi seviyeli sözleri, bana yabanın adamı gözüyle bakanların ruh mayalarına iade, bu sözleri sarf edenleri de Allah’a havale ediyorum.
Bana, “Mevlânâ’nın şaheseri Mesnevi’yi özetle.” deseniz, 25.618 beyitlik bu olağanüstü şiiri yine Mevlânâ’dan alıntı yaparak şöyle özetlerim:
Bir insanın gözü neyi görüyorsa, kendisinin kendi gözündeki değeri de ondan ibarettir. Kötü gözle bakıp her şeyi kötü gören insanlar olmasaydı kim hakikat eri, kim değil, nasıl anlaşılırdı?
NOT: Yarın Sayın TOKGÖZ’ün, “Duydum ki Mesnevi’yi yazmışsın ama adam olamamışsın.” deme ihtimaline karşılık endişeyle belirtmek isterim: Mesnevî, Mevlânâ Celaleddin Rumî’nin eserlerinden biridir. Ben yazmadım. Ben şair değilim.
Comments are closed.