AVAD Bildirisi

Geçtiğimiz günlerde kısa adı AVAD olan Avrasya Voleybol Antrenörler Derneği, Türk voleybolunun mevcut halini değerlendiren ve gelişmesine yönelik önerilerin bulunduğu bir bildiri yayımladı. Bir antrenör olarak bu bildiride geçen maddelerle ilgili yorumlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum sevgili voleybol severler.

Madde 1: Mevcut Transfer Yönetmeliğinin işlerliğini yitirmesi.

Takımlar arasındaki uçurumun temel sebebi, elbette bütçe. Maalesef voleybol, ülkemizde takımların maddi kaynak yaratmasına imkan tanıyacak bir spor dalı değil. Yani gideri var, geliri yok. Bu nedenle takımlar arasındaki uçurum, liglerde bulunan takım sayısıyla doğru orantılı olarak değişmektedir. Takım sayısı arttıkça uçurum derinleşmekte, azaldıkça küçülmektedir. Erkek voleybolunda daha kısa bir bant aralığında seyreden bu değişim, kadın voleybolunda çok geniş bir perspektifte görülmektedir. Transfer yönetmeliğinin değiştirilmesi ile bu sorunu çözmek mümkün değildir. Zira geçen sene TVF’nin uygulamaya koyduğu, takımlarında yeterince oynayamayan Türk voleybolcuların serbest transfer hakkı kazanmasına yönelik uygulama, bildiride de görüleceği üzere bir kez olsun kullanılmamıştır. Bundan sonra da kullanılmayacaktır. Yüksek bütçeli bir takımda iyi bir rakama imza atmış sporcu, maç oynamasa da kulübünde antrenman yaparak fazla para kazanmayı mı seçer, yoksa hedefsiz bir şekilde oynamak uğruna yarı fiyatına daha düşük bütçeli bir takıma mı gider? Cevap bellidir, bu uygulama tutmaz.

AVAD’ın söylediği gibi bu noktada yapılacak bir yönetmelik değişikliği, işe yaraması açısından iki şekilde yapılabilir.

a) Yabancı sayısı azaltılarak voleybol seviyesinin düşmesi pahasına takımların daha rekabetçi bir ortamda mücadele etmeleri sağlanır, ki TVF bunu uygulayacaktır.
b) En büyük örneği Amerikan Ulusal Basketbol Liginde (NBA) uygulanan ödeme üst limiti (Salary cap) denenir.

Salary cap nedir?

Bir ligde yer alan takımların tümü için bir sezonda belirlenen harcama limitidir. Yani ligde yer alan bir takım, o sezon kadrosunda tutacağı oyunculara belirli bir rakamın üzerinde ödeme yapamaz. Böylelikle yüksek ücretlere oynamak isteyen üst seviye oyuncuların anormal bütçeli takımlarda toplanması yerine farklı takımlara dağılması sağlanır. Takımlar arasındaki fark da ekstrem seviyelere ulaşmaz.

Türkiye’de uygulanabilir mi?

Sadece sporda değil, bir çok konuda kayıt dışılığın söz konusu olduğu ülkemizde bu sistemi uygulamak mümkün değildir. Zira küçük hesap hareketleriyle en iyi oyuncuları takımınıza toplayabilir, ligin dibindeki takımlar kadar harcama yaptığınızı gösterebilirsiniz.

Kaldı ki, NBA’da sadece salary cap değil, draft denen bir uygulama da vardır. Buna rağmen belirli takımlar, ligin kurulmasından bu yana üst sıralarda bulunurken bazı takımlar, play-off dahi oynayamamaktadır.

Madde 2: Türk voleybolundaki istikrarsızlık problemi.

Doğru başlayarak yanlış biten bir yorum. İstikrarsızlığın sebebi oyuncu yetişmemesi. Yıllardır bunu söyler dururum. Ancak yönetici veya antrenör arkadaşlara bunu bir türlü anlatamıyorum. Bana inanmayanlar neden Dünya Ligi gibi üst düzey bir organizasyonda olmadığımız yerine Avrupa Ligi gibi kıytırık bir turnuva ile yetindiğimizi sorsun kendisine. Kadınları anlatmaya başlamayın hemen, zira Dünyada kadın voleybolu bitme noktasına geldi. Tarihinin en kötü dönemlerini yaşıyor. Dünyada kadın voleyboluna en fazla yatırım yapan ülke olarak her sene ilk 10’a girmemiz de fazla başarı sayılmaz değil mi? Asıl soru şu, Dünyanın en iyi 3 kadın voleybol takımı Türkiye’de iken neden Milli takımımız kürsüye dahi çıkamıyor? Yıldız kızları falan geçiniz, zira oyuncu A takımda aynısını yapamadıktan sonra o tarz kazanımların hiçbir kıymeti yok. (Türkiye’nin 2003 yılındaki Avrupa 2.liğini herkes hatırlıyor. 8 sene sonra yıldız kızların şampiyonluğunu kaç kişi hatırlayacak acaba?)

Yorumun sonunda altyapı takımlarının dereceleri örnek verilmiş, çok yanlış. Zira önemli olan oradaki başarılar değil, kaç tane oyuncunun üst seviyeye çıkarak kendisini gösterdiğidir. Zamanında yıldız ve genç milli takımlarda oynayıp 22 yaşına geldiğinde amatör kümeye düşen voleybolcuları hepimiz görüyoruz.

Madde 3: Türk voleybolunun altyapı sorunları.

Bir ya da birkaç yazıda irdelenemeyecek kadar geniş bir konu. Zira sorunlar çok ve çözüm yöntemleri sınırlı. Voleybolun dışına taşan konularla çok fazla ilintili bir durum. Ama yine de maçlar, turnuvalar değil mesele. Oyuncu yetiştirmek!

Madde 4: İstanbul, Ankara ve İzmir’in Türk voleybolu için önemi.

Tüm bildiri içerisindeki en zayıf madde. Zira bu illerin voleybolumuz için önemi tartışılmaz. Ancak daha önemlisi, voleybolu Anadolu’ya yaymak. Takımları mümkün olduğunca futbol ve basketboldan kaçırarak Türkiye geneline serpiştirmek. Erdemir, Fındıklı, Şanlıurfa, Plevne örneklerini hatırlayalım ve gerçekleri kabul edelim. Futbol ve basketbolun olduğu yerde voleybol güdük kalmaya mahkumdur. O yüzden onların olmadığı yerleri desteklemek lazım. Mesela Türkiye Basketbol Liginde (TBL) yarı final oynayan Banvitspor, Bandırma’nın Süperlig’de bir futbol takımı olsa, buralara gelebilir miydi acaba? Avrupa’da (Türkiye’den sonra) voleybolun son kaleleri olan İtalya ve Rusya’ya bakın. Oradaki takımların nerelerde kurulduğunu, üst seviye takımların olduğu şehirlerdeki diğer sportif aktiviteleri bir gözlemleyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız. (Başlangıç noktası, son 3 senenin Şampiyonlar Ligi şampiyonu Trentino Betclic olsun)

Bir bilgi notunu eklemeden geçemeyeceğim. T.C. Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 31.12.2010 itibarıyla İstanbul’un nüfusu 13.255.685, Ankara’nın nüfusu ise 4.771.716’dır. Bildiride yer alan, İstanbul’un 20 milyondan, Ankara’nın ise 5 milyondan fazla nüfusu olduğu yargısı, hatalı olmaktan öte komiktir. Bu denli hatalı bir saptama, Türkiye’nin en dinamik voleybol antrenör derneğine yakışmamaktadır.

Madde 5: Yabancı antrenör sayısına kota.

İşte en kızdığım husus. Resmen ayrımcılık bu. Neden kota konulsun efendim? İtalya örnek veriliyor, güzel. Peki İtalya’nın Dünyadaki seviyesi ile bizimki aynı mı? Dünyada çalışan kaç tane İtalyan antrenör var hiç araştırdınız mı? Kaç Türk var? İtalyanlar nerede çalışıyor, Türk antrenörler nerede çalışıyor? Bu uygulamayı bire bir örnek göstermek çok sakıncalı bir durum, zira bugün bu uygulanırsa, yarın da yabancı sayısı serbest bırakılır, ligimizde oynayan Türk oyuncu kalmaz.

Verilen dil öğrenme örneği de yanlış. Aslında yabancılara Türkçe öğretip sınav yapmak yerine Türk antrenörlerine yabancı dil öğretmek lazım. Uluslar arası turnuvalara gidip maç öncesi/sonrası röportaj yapamayan, basın toplantısında iki kelime İngilizce konuşamayan, mola esnasında yabancı oyuncularla “beden dili” ve “Tarzanca” anlaşan antrenörleri eğitmek varken neden uğraşırız ki yabancıların Türkçe öğrenmesiyle?

Kotayı da uyguladık diyelim. Her ligde en fazla 3 yabancı antrenör çalışabilecek. Neye göre belirleyeceksiniz hangi takımların çalıştıracağını? Kura mı çekeceksiniz? Birine çıkıp diğerine çıkmaz ise kopacak kıyameti nasıl yatıştıracaksınız? Uygulamak mümkün değil.

Kademe standardına gelince, bunun ne kadar yanlış bir uygulama olduğunu yıllarca savundum. Hatta geçen ocak ayında yapılan basına bilgi toplantısında TVF Başkanı Erol Ünal Karabıyık’ın kendisine bunu bizzat ilettim. Kendisi benim görüşüme katılmadı, saygı duydum. Tıpkı onun benim fikirlerime saygı duyduğu gibi. Ama bu kademe olayını çözmenin ne kadar kolay olduğunu Ziraat Bankası’nın Bulgar antrenörü Plamen Konstantinov’un durumundan anlayabiliyoruz değil mi sevgili antrenör arkadaşlarım? Ha bana kalsa hiç uygulanmasın bu kademe sınırlandırılması. Bunu ilerleyen yazılarımda ele alacağım.

Tescil ücretlerini arttırmak da sorunu çözmez. Zira yeterince bütçesi olup da kafasına koyan takımlar, her halükarda bu parayı bastırır, yabancı antrenörü çalıştırır.

Sonuç:

AVAD’ın bildirisinden çıkan sonuç, Türk antrenörlerin mağduriyetinden başka bir şey değildir. Zira dikkatli okuyucular, yabancı antrenör çalıştırılmaması ya da sayısının azaltılması ve Türk antrenörlerin daha fazla desteklenmesi durumunda yabancı oyuncu sayısının önemsiz kalacağının belirtildiğini fark etmişlerdir. Aslen Türk antrenörlerin en büyük sorunu, geniş perspektifli ve uzun vadeli bir sosyal güvencelerinin olmamasıdır. Bunun neticesinde derneğin Türk antrenörlerini koruma çabası çok doğaldır. Ancak bu koruma için seçilen yol doğru değildir. Zira bu yöntemler fasit bir daireyi andırmaktadır. Bu fasit daireyi savunacak insanlar da sadece dairenin içerisindekiler olacaktır. Dost acı söyler…..

Kayhan Kösem
kkayhan@hotmail.com


Haberi Paylaş

Comments are closed.