Bakakalırım kaçıp giden finallerin ardından





Dünya Grand Prix finallerini göz göre göre kaçırdık. 
 
Tarihimizin en güçlü, en kapasiteli kadrosuna rağmen turnuvayı ancak 8. sırada tamamlayabildik. 
 
Dünyada kadın voleybolunun hemen hemen dip yaptığı bir dönemde, elle tutulur rakiplerin çoğunun takımı yenileyip gençleştirdiği bir ortamda finallere gidemedik. 
 
Kimilerinin 14 yaşında oyuncularla sahaya çıktığı bir turnuvadan boynu bükük ayrıldık.
 
Son yıllarda gördüğümüz, “masa başında ayarlananlar” dahil, tüm şanslı kuralar içerisinde bu kadarı da olmaz artık denen bir maç düzeninden kaybeden olarak çıktık. Finallere giden takımların çoğu birbirlerini yerken biz Arjantin, Tayland, Çek Cumhuriyeti, Dominik Cumhuriyeti ve ev sahibi olarak finaller cepte olduğundan uzun oturuş yapan Japonya ile oynadık. Yetmedi, tüm turnuvanın set kazanamayan, hatta kaybettiği setlerde de ortalama 11,5 sayı kazanabilen tek takımı Cezayir ile 2 kez oynayan tek ülke olduk. Yani turnuva başlamadan önce dahi herkesten 6 puan öndeydik. 
 
Rakip gibi rakip denebilecek bir Çin vardı karşımızda, bir de İtalya. Efsane Lang Ping’in kadrosunu iyice gençleştirmeyi kafasına koyduğu Çin. Takım kaptanlığını 1991 doğumlu Ruoqi Hui’nin yaptığı Çin. 
 
Bir de tarihinin en kötü kadrosuyla mücadele eden İtalya var. Hani şu Akdeniz Oyunları finalinde de yenildiğimiz İtalya. Hatırlamayanlar için, sadece 6 takımın katıldığı ve ülkemizde düzenlenen, çoğu ülkenin okul takımlarıyla katıldığı, bizim ise altın madalya uğruna Avrupa Ligini ve Dünya Grand Prix’sini feda ettiğimiz Akdeniz Oyunları. 
Hani bütün bunlara rağmen İtalyan antrenörümüz Massimo Barbolini’nin “Çok önemli bir turnuva” dediği Akdeniz Oyunları. 
 
Hani tüm maçlarda oyuncuları yönlendirmek yerine enerjisini hakemlerle uğraşmaya harcayan Barbolini. Bu yüzden oyuncuların da her karar sonrası önce hakemlere, sonra da kendisine bakmalarını sağlayan, oyunculara adeta “bakışlar ve davranışlarla etkili itiraz” yöntemlerini öğreten Barbolini. 
 
Takke düştü kel göründü. Yolun sonunda ışık görünmüyor. Halbuki bu kadroyla Avrupa Şampiyonluğu çok kolay yakalanabilirdi. Hala vakit var ama bu vakti gerektiği gibi kullanacak kimse yok! Boşuna akıp gidiyor ümitsizce.
 
Avrupa Şampiyonası
 
6 Eylül’de başlıyor. Katılan ülkelerden elle tutulur olanları, oturmuş, ancak son derece sınırlı kadrosuyla ev sahibi Almanya, yukarıdaki özelliklere haiz İtalya, kısmi gençleştirme uygulayan Rusya, bu sezon Fenerbahçe’nin başında izleyeceğimiz Marcello Abbondanza ile Grand Prix’de müthiş işler başaran Bulgaristan ve yenileme yapmayan Sırbistan. 
 
Bunlara Sırbistan ile İtalya’nın Japonya’da düzenlenecek Grand Prix finallerinde 5 gün boyunca üst düzey çok yorucu maçlar oynayacağını ekleyin.
 
1 Eylül’de oynayacakları son maçların ardından Avrupa Şampiyonası’na katılmak için dinlenmeksizin binlerce kilometre yol katedeceklerini, 5 gün sonrasında başlayacak turnuva için 7 saat zaman farkı olan bir yere gideceklerini düşünün. (Sporda jet lag atlatmak için uygulanan yöntem, gidilecek yere müsabakalardan erken varmaktır. Her 1 saat fark için 1 gün erken gidilmesi tavsiye edilirve genellikle böyle uygulanır.) Avantajımızın büyüklüğü daha rahat anlaşılır. 
 
Almanya’da oynanacak A grubunda ev sahibini geçtiğimiz takdirde çeyrek finalde çok rahat bir eşleşme göreceğiz. Yani normal şartlarda yarı finale kadar yol açık. Ancak yaşadığımız 2 hüsrandan sonra kaygı en yakın dostumuz oldu. Eğer burada da aynı başarısızlık yaşanırsa söylenecek söz kalmaz. 
 
Eylül’den sonra operasyon şart
 
Grand Prix’de dikkati çeken en önemli husus, çoğu takımların bariz bir gençleştirme operasyonu yapmasıydı. Buna karşılık 3-4 ülke bu tarz bir uygulamaya gitmedi. Avrupa’dan örnek verecek olursak, kadrosu zaten çok sınırlı olan ve 2011’deki finalin ardından evinde düzenlenecek Avrupa Şampiyonası’nda altın kovalayacak Almanya ile son şampiyon Sırbistan göze çarpıyor. Bizim bu ülkelerden farkımız, gerek Milli takımlar, gerekse kulüpler düzeyinde kadın voleyboluna ilginin çok daha fazla olması. Bu nedenle sınırlarımız daha geniş. 
 
Diyeceğimiz şudur ki, Eylül’deki Avrupa Şampiyonası’ndan sonra takımın başında kim olursa olsun, bizim de bir gençleştirme operasyonuna gitmemiz şarttır. Mesela 1994 doğumlu Kübra Akman adında bir kızımız var. Geçtiğimiz sezon çok iyi bir grafik yakaladı. Ancak bu turnuvada kendisini doğru dürüst seyredemedik. 1.97 m. boyu ve fizik kapasitesiyle dünyanın en iyi orta oyuncusu olma şansı varken, üst düzey takımlara ve oyunculara karşı oynama şansı bulamazsa sonuç ne olur? Bizim bu tarz oyuncuları bu kadar kolay harcama lüksümüz var mı? Mesela Küba’da 1999 doğumlu Melissa Teresa Vargas ilk altı oynatırken biz 1995 doğumlu Aslı Kalaç’ı neden kadro dışı bırakırız? Bu iki kızımız oynasa Grand Prix’de daha farklı bir sonuç mu olacaktı? Olsa bile daha kötüsü ne olacaktı? Cevabı bilen bana da söylesin bir zahmet.
 
Voleybol dolu günler dileğiyle,
 
Kayhan Kösem
kkayhan@hotmail.com
 



Haberi Paylaş

Comments are closed.