Bu dönem son

Yeni sezon öncesinde Federasyon Başkanı Erol Ünal Karabıyık ile bir araya geldik ve hem lig değerlendirmesi hem de milli takımlar dahil olmak üzere pek çok şeyi konuştuk.

2. dönem Federasyon Başkanlığı görevini başarı ile sürdüren Karabıyık, röportajımız sırasında bu dönemi tamamladıktan sonra yeni dönemde başkanlığa aday olmayı düşünmediğini de açıkladı.
İşte Erol Ünal Karabıyık’a sorduklarımız ve cevapları;

-Bir sezonu daha geride bıraktık. Sizce lig nasıl geçti?
Yerli ve yabancı oyuncuların performansına bakıldığında, özellikle ligin ikinci kısmında görülen güç dengesizlikleri nedeniyle bazı takımların ligin çok üzerinde bir görüntü sergilediklerini gördük. Sene başında yapılan tahminleri yanıltan sonuçlar elde edildiğine göre, özellikle erkeklerde, çok çekişmeli bir lig oldu.
Bayanlarda Fenerbahçe Acıbadem’in üstün görüntüsü sezonun hemen başlarında ortaya çıktı. Ama buna rağmen, örneğin Türkiye Kupası  ve ligin final etabına baktığımızda çekişmeli ve güzel maçlar izlediğimizi düşünüyorum. Bana göre Bayan ve Erkek liglerimiz Avrupa’nın yüksek prestijli  ligleri arasında sayılır hale geldi.

-Bu sene en çok konuşulan konuların başında herhalde yabancı oyuncu sınırlaması geldi. 3 yabancı konusunda karar verildi. Bu sonuç içinize sindi mi?
Ben gönlümdeki sonuca ulaştığımızı düşünüyorum. Yani hem kulüplerimizin Avrupa’da başarılı olmak adına yabancı konusundaki istekleri, hem de bizim Milli takımların ve yerli oyuncuların yetişmesi konusundaki isteğimiz yerine gelmiş oldu. Yabancı oyuncu sayısını kademeli olarak azaltma görüşümüz yerli oyuncuların forma şansı bulması içindi. Kulüplerimiz ile varılan ortak noktada; kulüp kadrolarında yer alan yerli oyuncuların takımlarının oynadığı ralli sayısının üçte biri kadar oyunda olmaları öngörülüyor. Bunun mümkün olmadığı durumlarda ise sporcunun geçici transfer hakkını kullanması karara bağlandı. Bu karar içime sindi, çünkü yabancı sayısını ikiye düşürdüğümüz zaman yerli oyuncular yine forma giyemeyebilirdi. Belki bir takım 2 yabancı ve 4 yerli oyuncu ile sezonu tamamlayacaktı. Diğer 6, hele hele 12’nin üzerinde tescil yaptıran kulüpler düşünülürse çok daha fazla sayıda yerli oyuncu bu sayede oynama fırsatı yakalamış oldu. Bu tribünde oturtulan sporcuları da kapsayan bir iyileştirme. Kulüplerle, bunların tamamını kapsayan bir görüş birliğine varıldı. O yüzden ben, yerli sporcuların forma giymesi açısından yıllardır hayal ettiğim sonucun doğduğunu düşünüyorum.

-Bu, maç içinde çok fazla değişikliği gerektirecek ve kontrolü de federasyon açısından zor olacak bir uygulama değil mi?
Maç içinde rotasyon olacak, bu doğru. Koçların satranç oynar gibi rotasyon planlaması yapması gerekecek. Takibi konusunda gerekli tedbirleri almak bizim işimiz. Masada zaten oyuncu değişiklikleri sürekli olarak tutuluyor. Cetvelleri biraz detaylandıracağız. Ama kalkıp herhangi bir kulübe de; “Sen bunu oynatmamışsın.” demeyeceğiz. Kendi haklarının takibi konusunda gerekli tedbirleri almak da sporcunun işi olacak.  Sporcu, oyun alanında rally sayısının üçte biri kadar bulunmadığı için transfer talebinde haklıysa ve kulüp bu talebe olumlu cevap vermemişse; sporcu federasyona başvuracak. Federasyon maç kağıtlarından sporcunun haklılığını tespit ederse durumu bir de kulübe soracak ve sporcu gene haklı çıkarsa, Federasyon bu transferin yolunu  resen açacak.

-Bu uygulamanın 6. haftadan sonra başlayacak olmasının nedeni nedir?
Kulüpler takım kadrolarının yerleşmesi açısından bu süreye ihtiyaç duyduklarını ifade ettiler. Uygulama, 6. haftadan başlayıp normal lig etabının bitimine 4 hafta kalıncaya kadar sürecek. Bu da play-off ve özellikle düşme hattını etkileyebilecek uygulamaların önünü almak için zorunlu.

-Peki bu kararın Milli takımlara yansımasının kaç sene sonra olacağını düşünüyorsunuz?
Önümüzdeki sezondan sonra kesinlikle hissedilir. Ama tabiî ki bunu milli takımlara hemen tavan yaptırır anlamında söylemiyorum. Düşünün ki tribünde oturan oyuncunun ne olduğunu milli takım antrenörleri göremiyor. Şimdi en azından oyuncuların ne olduklarını görecek ve bugüne kadar sahada görmedikleri için hiç akıllarına gelmeyen oyuncuları “Ben bundan Milli takımda yararlanabilirim.” diyerek seçecekler. Ayrıca bu oyuncular oyunda yer aldıkları için kendilerini geliştiriyor olacaklar.

-Erkek Milli takımımızın bu seneki en büyük hedefi Avrupa Şampiyonası finalleri. Ankara’da çok güzel bir turnuva yaşadık ama İtalya’dan istediğimiz sonuçla dönemedik. Şimdi rakibimiz Yunanistan. Milli Takımımızın eleme grubunda gösterdiği performansı ve finaller için şansını değerlendirir misiniz?
Benim açımdan performans, doğrudan final vizesini kaybettiğimiz ikinci etap maçlarında dahi iyiydi, çünkü takımımızın heyecanı hiç azalmadı. En değerli kazanım bu olsa gerek. Sahaya çıkınca daha iyi sonuç almak için her an her şeyi yapmaya hazır ve istekli bir millî takımımız vardı. Üstelik bu kadronun yüzde sekseni çok genç. Bugün bunları yapabiliyorlarsa yarın ne yapamazlar? İşte bu da beni heyecanlandırıyor. Yunanistan’ı her iki maçta da alt edip bir kez daha Avrupa Şampiyonasına katılacağımıza tüm kalbimle inanıyor; çocuklarımız heyecanlarını yitirmedikleri sürece Avrupa Şampiyonasında da ilginç sonuçlar alacağımızı düşünüyorum.

-Bu sene Milli Takımımız yepyeni bir kimlik ile karşımıza çıktı. Öyle ki henüz takımlarında oynamayan ama gelecek vaad eden oyuncuları Milli takım kadrosunda. Ben bunu geleceğin takımını kurma adına atılmış bir adım olarak değerlendiriyorum. Eğer finaller hedef alınsaydı herhalde daha tecrübeli oyuncular kadroda yer alırdı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Artık yenilenme zamanı geldi. 2009 Avrupa Şampiyonasını hep birlikte yaşadık. Avrupa Şampiyonası bittikten sonra antrenör de dahil pek çok şeyi tartıştık. Ama onun dışında içeride yaşananların bir bölümünde ben, tamamında ise Milli Takımlar Koordinatörümüz Semih Oktay vardı. Artık bir yenilenme zamanı gelmişti. Milli forma giyme hasreti olan, milli formayı giyme özlemi içinde olan genç oyunculara ihtiyaç vardı. Gençleşmeye ihtiyaç vardı. Bu yapıldı.

O ARTIK TOMİ
-Milli takımı da yakından ilgilendiren bir konu Tomislav Coskovic. Milli kadroda yer alacak mı?
Tomislav Coskoviç, Tomi Çoşkoviç adıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edildi. Fenerbahçe Kulübünün bize gönderdiği, bu sporcunun bir an evvel Türk Milli Takımında oynama arzusuna yönelik irade beyanını içeren başvurusu ve bizim bu arzuyu FIVB nezdinde realize etme girişimlerini yaptığımız süreç başladı. Ne yazık ki FIVB Mart ayında reglemanını güncelledi ve evvelce iki yıl kesintisiz ikâmetin ardından yapılan tabiiyet değişikliklerinde sporcu yeni ülkesinin millî takımında hemen oynayabiliyorken; yapılan bu değişiklik ile tabiiyet değiştirdikten sonra da iki yıllık kesintisiz ikâmet koşulu getirdi. Bu, arzu edilen gelişmeyi zora soksa da biz Tomi’nin millî takımda oynama arzusunu yazıya döktüğü irade beyanını da ekleyerek FIVB’ye onu millî sorcu yapma isteğimizi dile getirdiğimiz üst yazımızı yazdık. Bekliyor, biz de en az Fenerbahçe Spor Kulübü kadar, Tomi’nin Türk Milli Takımında yer almasına izin verilmesini arzu ediyoruz. Yani süreç artık son aşamasında ve karar tümüyle FIVB’ye ait.

-Ben Coskovic’in Avrupa Şampiyonası elemelerinde oynayacağını düşünmüştüm.
Başından itibaren, o kadar kısa sürede yetişmesi pek mümkün görünmediği için ben hiçbir zaman öyle düşünmemiştim. FIVB onay verir, teknik heyet de hazır olduğunu değerlendirirse Tomi, Eylül ayında kadroya girebilir. Tabii ki bu da bizim irademizle değil, teknik heyetin iradesiyle olur.

-Peki Coskovic’in Türk olması ve Milli takım forması giymesi onu Türk statüsüne taşıyacağına göre diğer takımların da böyle istekleri olabilecektir. Bu istekler karşısında ne yapacaksınız?
Kulüplerin kendi menfaatlerini gözetmeleri son derecede normal, ancak Federasyon olarak bizim bakış açımız; “Bir kulübe nasıl avantaj sağlanır?” olamaz. Olayı sadece, adı geçen sporcu kim olursa olsun, millî takıma faydalı olma kriteriyle değerlendirebiliriz. Bunun dışındaki kısmı bizi hiçbir şekilde ilgilendirmez. Yerli statüsünde oynamanın yolu milli takımdan geçtiğine göre, tabiiyet değiştirme işlemlerine “Milli takımda yer verelim de yerli statüsünde oynatıversinler.” mantığı ile bakmamız düşünülemez. Federasyonun bakış açısı bu olmamalı. Gerçekten milli takım için faydalı olacak, milli başarıya katkısı olacak bir oyuncu ise gayet tabii faydalanılmalıdır. Onun dışındaki yaklaşımlar bizim açımızdan yanlış olur. Böyle bir yaklaşım sezersek zaten izin vermeyiz.
Bu, daha önce mevzuata girmiş, gayet sağlıklı bir uygulama. O döneme kadar yoğun bir şekilde Türkleştirme veya Türk uyruğuna geçirme operasyonu yapılmaktaymış ve buna dur diyebilmek için böyle bir düzenlemeye gidilmiş. 2006 yılında Yarışma Talimatımızı değiştirirken bizim de düşüncemize uygun olduğu için bu uygulamayı koruduk ve arkasında durduk.

-Bayan Milli Takımımızdan da bahsedelim. Alessandro Chiappini’nin istifasını nasıl karşılıyorsunuz?
Sözleşmesi zaten Dünya Şampiyonasının bitimi ile sona eriyordu. Sürecin sonuna yaklaştıkça profesyonel bir çalıştırıcı olarak kendisine transfer teklifinde bulunan takımlarla görüşmüş olması, sorumluluğu altındaki A Bayan Millî Takımımıza konsantrasyonunu zayıflatmaması şartıyla, bir ölçüde normal karşılanabilir. Ancak Avrupa Ligi yarı finalinde kaybedilen Bulgaristan maçı, hem onu, hem bizi, hem de voleybol camiasını çok demoralize etti biliyorsunuz. Sanırım, o koşullar altında devam etmemesi daha mantıklıydı.

’’SULTANLARIMIZI DESTEKLEYECEĞİZ’’
-Bundan sonra Milli Takımımız için başka bir süreç başlıyor. Nasıl değerlendireceksiniz bu süreci?
Her imkânın en iyisini sağlamaya çalışarak Sultanlarımızı destekleyeceğiz. Cengiz Hocamız koordine etmeye devam edecek; Mehmet Bedestenlioğlu da takımı en iyi tanıyan antrenörlerimizden biri olarak başlarında bulunacak. Olumluya doğru ciddi ve süratli bir gidiş olacağını düşünüyor ve takım oyunları içinde hâlâ Olimpiyatlara en yakın takım oyunu olarak değerlendiriyorum voleybolu.

-Plaj Voleybolu Ligine de değinmek istiyorum. İlk kez geçen sezon uygulandı. Nasıl buldunuz ligi?
Meseleyi kendi şartlarında değerlendirmek lazım. Plaj voleybolunu, yazın bir etkinlik olsun, yaz dönemi boş geçirilmesin diyerek uygulanan bir aktivite olarak görme yanılgısından sıyrılmak gerekiyordu. Düşünün; 8 bin 500 km sahiliniz var, 3 tarafınız denizle çevrili, ama plaj voleybolunuz yok. Önce bunu hâllettik ve dünyadaki ilk plaj voleybolu ligini kurduk.
İlk kez uygulanan ve uygulanması kararlaştırıldığı andan itibaren; “Böyle bir lig olur mu?”, “Kışın oynanır mı?”, “Yazın suyu mu çıktı?” gibi eleştirilerle yıpratılmaya çalışılan bir lig olarak ilk sezonu değerlendirdiğimizde, “mükemmel geçti” diyebiliriz. Kaldı ki bu; sporcu tercihini yapsın, gerek görüyorsa salonla yolunu ayırsın düşüncesinden kaynaklanan bilinçli bir karardı. Çakışma nedeniyle plajda oynamak isteyen plaja gidecek, salonda oynamak isteyen salonda devam edecekti. Bu kararı alırken en önemli eksiğimiz tesisti ve henüz yeterli seviyeye getirememiştik. Ancak karar, sporcuları olduğu gibi bizi de sıkıştırıp motive etti ve fiziksel altyapımızı yetiştirmemizi sağladı. Başkent Voleybol Kampüsünün içindeki kortları, TVF 50. Yıl Salonumuzun yanındaki kapalı kortu, İzmir Atatürk Spor Salonu eklentisindeki açık kortu, mevsimsel olarak Kalamış ve Alanya kortlarını düşündüğünüzde, gelecek sezonun çok daha iyi geçeceğini öngörebilirsiniz. Önümüzdeki yıl, en azından erkekler kategorisinde Plaj Voleybolunun 2. Ligini kurabilmemize elverecek ölçüde katılım artışı olacağını düşünüyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. Tüm bu gelişmeler, giderek seyir zevki ve kalite açısından daha üst düzeyde bir plaj voleybolu ligini müjdeliyor aslında. Hep birlikte kamuoyunun voleybola olan ilgisinin artacağını, bunun da medyatik değerimizi yükselteceğini göreceğiz.

-Statüde bir değişiklik yapılacak mı?
Tespit ettiğimiz bazı aksaklıklar olmasına rağmen, genelde sıkıntısız, aksaklığı az bir uygulama oldu diyebiliyorum. Seneye takım sayısını artırabilir, buna bağlı olarak takımların kendi aralarında oynadıkları maç sayısını azaltabiliriz. Yani, birbirleriyle 3 haftada bir karşılaşan takımları, şimdiden sonra 4-5 haftada bir karşılaştırabiliriz. Bu da elbette takım sayısında yeni bir düzenleme ile mümkün olabilir. Bunun dışında statüde başka bir değişikliğe ihtiyaç olduğunu sanmıyorum.

-Salonla plaj voleybolu oynayan sporcular arasında maddi açıdan çok büyük fark var. Bu giderilmedikçe de sporcuların plaj voleybolu oynaması beklenmiyor. Buna nasıl bakıyorsunuz?
Bu sorun, Türkiye’nin sporcu sayısı, sporcu potansiyeli, sporcu havuzu ile ilgili. Sporcu sayısı artmadığı sürece arz talep dengesi itibariyle sürekli aynı şeyler yaşanacak. Ama alt yapılarda, İl Karmalarında, Voleybol Lisesinde yetişip piyasaya arz edilen iyi eğitimli, üst düzey aday sporcu sayısı arttıkça dengeler sağlanacak ve plaj voleyboluna önemli ölçüde yönlenmeler olacak. Sıfırdan başlamış Plaj Voleybolu Ligine medyanın verdiği değer, salon voleyboluna verilenle eşdeğer değil henüz. Kulüplerin yaklaşımı da benzerlikler arz ediyor ister istemez. Süreç değiştikçe doğal olarak plaj voleyboluna üst seviyede takımlar kurarak yatırım yapmayı düşünen, mali yapısı da üst seviyede kulüp sayısı artacak ve bu tür kulüpler; “Bu sporcuyu ben transfer edeceğim.” dediğinde, rekabet sonucu sporcuların kazancı artacak. Yani önce kulüpler arasında rekabet yükselecek, ardından sporcunun kazancı. Salonda böyle olmadı mı? Yönetime geldiğimiz ilk yıl, transfer bedelleri maksimum 70-80 binlerde dolaşıyordu, şimdilerde 700-800 binler telaffuz ediliyor. Siz Federasyon olarak voleybola ilgiyi artıracaksınız, bu kulüplerin ilgisinin artmasına, kulüpler arasındaki rekabetin medya için ilginç bir hâl almasına ve dolayısıyla medyanın ilgisinin artmasına, sonunda da antrenör ve sporcunun değerinin artmasına giden bir basamaklama oluşturacak. Doğal olanı da bu. Plaj için neden farklı olsun?

-Peki bugün baktığınızda plaj voleybolu oyuncularındaki gelişimi nasıl buluyorsunuz?
Başladıkları noktadan çok daha ilerideler. Yayınlanan ilk hafta maçlarını alıp izleyelim, bir de son haftanın maçlarına bakalım. Arada çok büyük fark olduğunu göreceğiz. Yeterli mi? Tabii ki değil. Dünyada yarışa girebilecek seviyede miyiz? Hayır. Ama dünyada olmayan uygulamaları hayata geçirerek arayı kapatmaya çalışmıyor muyuz? Dünyada sporcular, kendi takım arkadaşlarını kendileri bulur, kendi antrenörlerini kendileri finanse eder ve katıldıkları turnuvalar dahil her türlü maddi bedeli kendileri göğüslerler. Turnuvalardan ve sponsorluklardan kazandıkları ile de faaliyetlerini sürdürür, yürür giderler. Biz ise adeta bir kulüp yapısı içinde her türlü yülkü sporcunun sırtından almaya, kendimiz göğüslemeye çalışıyoruz. Takımlara deplasmana giderken yolluk, turnuvalara giderken katılım bedelleri, harcırahlar, antrenör desteği veriyoruz. Bildiğiniz gibi çok daha öteye giderek; milli takım kampı adı altında, gelişmesinden ümitli olduğumuz sporcuların kamp faaliyetlerini ve masraflarını karşılıyor, Amerika’dan Troy Tanner’ı da getirerek hem sporcuların, hem antrenörlerin gelişimine ivme kazandıracak faaliyetler yapıyoruz. Geçen Mayıs’ta başladığımız düşünülürse, bir yılda çok mesafe kat ettik. Bakınız, sadece bir sezonluk plaj voleybolu ligi tecrübesi sonunda Ukrayna’daki CEV Satellite Turnuvasında ana tabloya girdik, ardından Güney Kıbrıs’taki CEV Satellite etabında ikincilik, Sırbistan’dakinde altıncılık, Liechtenstein’dakinde üçüncülük elde ettik. Hepsinden önemlisi, toplanan puanlarla Berlin’de yapılacak Avrupa Şampiyonasına ana tablodan girme hakkı kazandık ve bir de wild card aldık. Bunlar az şey midir? Ama gene de plaj voleybolunda uçtuk, hemen olimpiyatlara katılıyoruz dersek yanlış yaparız. Bilimsel araştırmalar, olimpik bir sporcunun yetişme süresini minimum 8 sene olarak ortaya koyarken bizim sabırsız davranmamız doğru olmaz. Süre ne olursa olsun, bir gün olimpik başarıları da göreceğimize inanıp çalışacağız.

-Voleybolu geçen sene İddaa’ya soktunuz. Yeterli buluyor musunuz? İddaa’da çeşitlilik özel etkinlikleri olması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Özel etkinlikler, Sportoto Teşkilatı ile İnteltek’in, yani iddaa oyununu organize eden firmanın birlikte kararlaştıracakları uygulamalardır. Bana sorarsanız iddaa’daki voleybol, bu hâliyle kısır ve zevksiz. Böyle olunca da “Voleybol çok oynanmıyor.” dedirtiyor. Oysa oynamayı zevkli hale getirmek lazım. Set sonuçları, maç sonuçları, sayı farkları vs gibi sürpriz dolu bir çok yeni düzenleme yapılabilir. Burada federasyon olarak bizim bu türden önerileri götürmemiz gerekebilir ama iddaa oyunlarına girip ondan pay alan kulüplerimizin de iddaa kuponlarında yer almanın kendileri için bir gelir olduğunu görmeleri ve birlikte hareket etmeleri gerekiyor. Örneğin kulüplerimiz gerek İnteltek, gerekse Sportoto Teşkilat Başkanlığı nezdinde projeler geliştirip önerseler, kuponlarda voleybolun daha çok yer almasını sağlamak üzere başvurularda bulunsalar çok daha yüksek kazanımlar elde edilebilir. Biz kapıyı araladık ve kulüplerimiz iddaa dünyasına girdi, ancak bundan sonra daha çoğu ve daha iyisi nasıl olur arayışlarında mutlaka yer almamlılar. Bu dayanışma, bizim gayretlerimizin etkisini çok artıracaktır.

-Burhan Felek’in inşaatı hızla yükseliyor. Salon açılışı ne zaman gerçekleşecek?
Normal şartlarda buranın inşaat süresi  10 ay. 6 Mart’ta temel atma törenini yaptık. Ben Ekim ayı sonunda 6 Mart’tan itibaren düşünürsek 7 ay sonunda bu işin bitme noktasında olacağını düşünüyorum. Faaliyete geçişi Kasım ayında olabilir. Bayanlar Ligini burada başlatabileceğimizi umuyorum.

-Başka projeleriniz var mı?
Gerçekleştirilmiş, gerçekleştirilmekte olan ve gerçekleştirilecek pek çok projemiz var elbette. Ben olaya voleybol açısından baktığım gibi Türk sporunun genel durumu açısından da bakıyorum. Çok sık gördüğümüz branşlararası çekişmeleri, “Voleybolun rakibi futbol, basketbol…” gibi bakış açılarını hiç doğru bulmuyorum. Bizim, Türk sporunun rakiplerine karşı bir araya gelmemiz lazım. Yani 57 tane federasyonun bir araya gelip; “Türk sporu nereye gidiyor? Türkiye bir spor ülkesi midir? Türkiye’de bir olimpik kültür var mı? Eldeki imkânları artırmak, spor kültürümüzü geliştirmek için ne yapmalıyız?” diye kafa yorması lazım.
Bizim rakibimiz diğer branşlar değil; internet cafeler, madde bağımlılığı, kötü alışkanlıklar ve öğrenciyi veya spor çağındaki genci test çözmeye, dersaneye yönlendiren eğitim sistemidir. Sporun rakibi bunlardır. Vakit kaybetmeksizin, bütün spor federasyonları, spor adamları, hâttâ bu saydıklarım sanatın da rakibi olduğuna göre, sanatçılar ve tüm sanat çevreleri bir araya gelip bu eğitim sisteminin Türk toplumunu nereye götürdüğünü konuşmalıyız. Sanattan, spordan yoksun bir toplum haline geldiğimizi, sanal dünyada yaşayan, hiçbir sosyal faaliyeti olmayan, sanat ve sporla ilgili hiçbir etkinliğin içinde yer almayan bir gençlik yetiştiğini görmeli ve bunu nasıl engelleyebileceğimizi oturup konuşmalıyız.

İşte ben meseleye böyle bakıyor, o zaman da daha yapılacak çok iş var sonucuna varıyorum. 872 bin civarında faal sporcusu olan bir ülke olarak; spor çağında nüfusu bizim yarımız kadar olan Fransa’nın 13 milyon 500 bin faal sporcusu ile antrenman yaparak, yabancı sporcu, yabancı antrenör transfer ederek baş edemeyeceğimiz çok açık değil mi? Olaya bu açıdan bakınca “Türkiye takım oyunlarında neden olimpiyatlarda yok?” sorusunun, bu denklemde bir mantığı kalıyor mu? Çocuğun, tam spora başlayacağı, eli top tutmaya başladığı çağdır dersane, SBS, ÖSS vs. kaygılarının başladığı çağ.
Federasyon olarak geriye dönüp baktığımızda, her ne kadar yalnızca tesisleşme projeleri kovalamışız gibi algılanıyorsak da, şunu rahatlıkla söyleyebilirim, sporcu altyapısının gelişmesine yönelik yapılanlar, tesis alt yapısının gelişmesine yönelik işlerin çok daha üzerinde olmuştur. Evet, şu anda voleybolun tamamen kendisine ait, evvelce hiç olmamış 9 tane tesisi var, ama şu anda voleybolun, evvelce okullarında voleybolla ilgilenme fırsatı bulamamış dört binden fazla ilköğretim öğretmeni var. Bu büyük bir proje değil midir? Yoldaki en az 6 bin öğretmeni de sayarsanız, bunların kursu, her birine verilen 30-40 voleybol topu ile mini voleybol setleri, eğitmenlerinin ödemeleri, konaklamalarınn temini ile salt bu yeniden yapılanma projesi, tüm tesislerin maddi ve manevi getirisini aşıp geçmez mi? Hakem ve antrenör eğitiminin, federasyon idari bünyesinin yeniden yapılandırılması, il karmalarına davet edilen binlerce genç sporcu, spor kültürünü yaygınlaştırma, toplumu sosyalleştirerek değiştirme projelerinin anahtarları değil midir?
Tüm bu gayretlerimiz voleybolu daha iyi noktalara getirdiğinde, kongre dönemi de gelmiş olur inşallah. O zaman teşekkürümüzle gider, emaneti bize verenlere hayırlısı ile iade ederiz. Uzun süre kaldı diye değerlendirmiyorum hiç. Gece gündüz çalışınca zaman o kadar hızlı ilerliyor ki.

’’BAŞKANLIĞA ADAYLIĞIMI KOYMAYI DÜŞÜNMÜYORUM’’
-Yani önümüzdeki dönem başkanlığa adaylığınızı koymayacak mısınız?
Bugün itibarı ile önümüzdeki dönemde aday olmayı düşünmüyorum. Zaman çok hızlı ilerliyor ve benim daha yapacak çok işim var. Şimdilik önceliğim onlar. Tempom ve motivasyonum oldukça yüksek. Bu tempo ve motivasyonu muhafaza ederek bu dönemi tamamlarım. Benim için ilk dönem çıraklık ve kalfalık, ikinci dönem ustalık gibi oldu diye düşünüyor; üçüncü döneme bu kadar motivasyonum kalıp kalmayacağını bugünden göremiyorum. Şu ki; heyecan ve motivasyonun kalmadığı durumlarda Türkiye’ye, topluma ait olan pozisyonların işgal edilmesinin haksızlık olduğunu düşünüyorum. Kendinizi tatmin etmek için o pozisyonları işgal ederseniz, bu ülkenize yapacağınız en büyük haksızlıktır. En iyisi bu dönemde bu dönemin işlerini yapalım, sonrasına sonra bakalım.

-Yoruldunuz mu? Zaman zaman yapılan eleştiriler sizi yordu mu?
Yorulmadım. Voleybolu çok sevdim ve severek peşinde koşuyorum. Severek yapılan iş de hobi gibidir. Voleybol Federasyonu Başkanlığını iş gibi görmüyor, ancak hobi gibi de günün belli saatlerine sıkıştırmıyorum. Günde 18 – 20 saat voleybolla yaşıyorum. İyi sonuçlar beni mutlu ederken; “iyi sonuçlar” olgusunun sadece “milli maç sonuçları” gibi algılanması ise üzüyor.
Eleştiriler, haklı olduğu sürece beni üzmez, neden üzsün? Üzüldüğüm; bir tanecik branşımız var, beni sevmeyenlerin de sevdiği bir branş bu, dünyanın en güzel branşı; voleybol ve biz bu voleybol için dünyanın görmediği, dünyanın en saygın isimlerinin şapka çıkardığı işler yapıyoruz; itişip kakışmalar yüzünden bu gelişmeleri dünyaya anlatabildiğimiz kadar kendi toplumumuza anlatamıyoruz. Buna üzülüyorum, hâttâ kahroluyorum. “Bırakın tesis yapmayı, çivi bile çakamazlar.” diyen bir insan, siz tesisleri art arda sıralamaya başladığınız zaman; “Federasyonun işi tesis yapmak değildir.” dediği zaman, beni bu çelişkisi yüzünden üzmüyor, voleybolun marka değerine zarar verdiği için üzüyor. Kısacası; söylenenler, yazılanlar eleştiri sınırlarını aşmadığı sürece üzmüyor beni ve yıpratmıyor. Kişisel hırs ya da husumet maksatlı iftira, hakaret olunca inciniyorum.
Kendime, “Bunlara niye katlanayım ki?” diye sorduğum her an, “Devletin bizim yetişmemiz adına yaptıklarına lâyığıyla karşılık verebilmek, devlete ve millete borcumuzu ödeyebilmek için.” cevabını veriyor ve sabrediyorum.              

-Bu sene çekilen kulüpler var ve açıkçası voleybol severler de bir yaptırım uygulamasını bekliyorlar. Böyle bir şey mümkün olabilir mi?
Bu konu beni üzüyor elbette. Keşke hiçbir kulüp çekilmese, kapanmasa, her biri voleybola yaptığı yatırımı artırsa, büyüsek, büyüsek, büyüsek. Gelgelelim, pratikte bu niyetin bir ütopyadan öte olmadığını hepimiz iyi biliriz. Kulüpler de canlı organizmalar gibi hareket eder. Doğma, büyüme, gelişme evreleri; tüm komplikasyonlarıyla birlikte yaşadıkları bir hayat vardır. Zaman zaman hayat şartları zorlaştığından, zaman zaman da kulüp kendi bünyesine iyi bakmadığından, duraklamalar, gerilemeler, çekilmeler, kapanmalar olur. Ne kadar üzülsek de bunu kabul etmek zorundayız. Dört senelik görev süremiz içinde, bizden önceki dönemlerde olduğu gibi kapanan, çekilen takımlar oldu. Olmasa daha iyiydi, ama beri yandan, dört sene önce 119 olan deplasmanlı lig kulübü sayısı, dördüncü senenin hitamında 344’e yükseldi. Yani artış, üç katından sadece 13 takım eksik. Kulüpler canlı bir organizma gibi ise, branşlar da öyle olmalı. Bu durumda, voleybol için duraklamış, gerilemiş denilmesi mümkün mü?

-Önümüzdeki  sezonun nasıl geçeceğini düşünüyorsunuz?
Hem erkeklerde hem bayanlarda çok ateşli, çok zevkli ve çok çekişmeli bir sezon geçireceğimizi düşünüyorum. Bugüne kadar, geçmiş dört sene içinde hiçbir sezon bir öncekini aratmadı ve gerek kalitede, gerekse mücadele dozajında sürekli bir yükseliş yaşandı. Ancak bendeki beklentinin tek sebebi bu değil. Bu sene, yerli oyuncularımızı takımlarımızda çok daha efektif, çok daha uzun süreyle göreceğiz. Yalnız yabancı sporcuların değil, yerli sporcularımızın da rekabeti etkilediği kıran kırana bir yetenek mücadelesine dönüşecek. Düşünün ki evvelce takımlarında ve millî takımda görev yapmamış veya çok az görev yapmış birçok A Millî sporcumuz var bugün ve dünyanın her yerinde dünya takımlarına meydan okuyup tecrübelerini artırıyorlar. Onların da bu kalite ile yer alacağı bir sezon bekliyor bizi. Kısacası, beklentim yüksek.


Haberi Paylaş

Comments are closed.