“Galibiyetten sonra ‘sanki kaybetmişiz gibi’ düşünmeliyiz”

Son iki yıldır yer aldığı üç organizasyonda da kürsünün zirvesinde yer alan İtalya’da Başantrenör Julio Velasco, 2025 FIVB Kadınlar Dünya Şampiyonası öncesi La Gazzetta dello Sport’a konuştu.

Julio Velasco ile gerçekleştirilen röportajın tamamı:

Julio, olimpiyat altınını kazanarak zirveye ulaşmış bir takımda motivasyonu yeniden nasıl oluşturursunuz?

Motivasyona hiçbir şey gerek olmadı. Kızlar kendi aralarında bir anlaşma bile yaptılar: Dünya Şampiyonasını kupasını yeniden İtalya’ya getirmek için en iyisini yapmak. Ve bu grup bunu hiç kazanmadı. Şunun farkındalar ki Olimpiyat, Milletler Ligi ve Dünya Şampiyonası’nı kazanmayı başarırlarsa önemli bir takım olacaklar. Onları motive etmeme gerek kalmadı. Bu harika bir grup. Sıradan değil. Onlar özel kızlar, sadece güçlü değiller. Onlarla çalışmak gerçekten büyük bir zevk. Çok fazla kaliteye sahipler.”

Siz bir buçuk yıl önce büyük bir hayal kırıklığı ve biraz da polemik yaşayan bir Milli Takıma geldiniz, adeta vatanı kurtaracak kişi, Kral Midas, lambadan çıkan cin gibi tüm sorunları çözecek adam olarak karşılandınız.
(Gülüyor) “Kral Midas’ın hiçbir şey yemeden her şeyi altına çevirmek zorunda kaldığını düşünürsek bu aslında bir erdem değil. Şakayı bir kenara bırakırsak bence en önemli şey işini iyi yapmaktır. Ve ben işimi iyi yaptığımı düşünüyorum. Benim kazanmamın sebebi grubu kurmam diyorlar. Ama grup, kazanıldığı için oluşur. Takım kazanırsa işler yürür. İnsan ilişkilerinin yürümesi de daha kolay olur. Ama iyi oynamıyorsanız, bir şeyleri geliştirmiyorsanız, grup da oluşmaz. Biz geliştirmemiz gereken özellikle teknik ayrıntılarda ilerledik. Önemli bir kalite sıçraması yaptık. Evet, psikolojik taraf da var ama onu büyük ölçüde kızlar kattılar.”

Ne anlamda?
“Birbirlerinin yüzüne baktılar ve ‘saçmalıkları bir kenara bırakalım’ dediler. Ben de onlara aynısını söyledim. Bana arkadaş olup olmadığınız, birlikte yemeğe çıkıp çıkmadığınız önemli değil. Tatil yapmak için burada değiliz.”

Olimpiyat şampiyonu ve favori olarak başlamak bir avantaj mı, dezavantaj mı?
“Avantaj çünkü farkındalık var, kızlar güçlü olduklarını biliyorlar. Geçen yıl her şeyin yolunda gitmesi beni çok endişelendiriyordu, yani rakiplerimize çok az şey bıraktık. Bu yıl bazı zorluklarla karşılaştık, bazı maçlarda iyi oynamadık ama yine de kazandık. Ve bu Dünya Şampiyonası’na hazırlanmak için çok önemli. Çünkü kızlar şimdi zayıf yönleri olduğunu biliyorlar. Ama aynı zamanda onlardan çıkmayı da biliyorlar.”

Peki dezavantajı?
“Kazanma zorunluluğu, bir sporcunun taşıyabileceği en ağır yük. Tüm sporlarda. Biz teknik ekip olarak bu beklenti yükünü artırmamaya çalışıyoruz. Kızların bizim onlara bu Dünya Şampiyonasını kazanmak zorunda olduklarını söylememize ihtiyacı yok. Biz hiç böyle konuşmuyoruz. Bizim felsefemiz: ‘top topa, set sete, maç maça’. Buradan ‘şimdi ve burada’ mantrası doğdu. Olmuş olana takılmamak ve henüz olmamış olandan endişe etmemek. Bu dünyanın en eski kuralıdır, ben icat etmedim. Sadece hatırlattım.”

Bir zaferden ne öğrenilir?
“Elbette bir mağlubiyetten daha çok şey öğrenilir. Ama ben takımlarıma hep şunu aktarmaya çalıştım: Bir galibiyetten sonra, sanki kaybetmişiz gibi düşünmeliyiz. Böylece yeniden kazanmak için neleri geliştirmemiz gerektiğini düşünürüz. Bu anlamda kızlar mükemmel iş çıkardı.”

Bir olimpiyat altınından sonra kolay olmasa gerek…
“Bu yaz ‘Olimpiyat’ kelimesi hiç telaffuz edilmedi. Ancak Pazartesi günü, Paris altınından tam bir yıl sonra, dedim ki: Sadece Dünya Şampiyonasını düşünmeliyiz ama bir yıl önce Olimpiyat altını kazandığımızı da unutmadan. Nokta.”

Luca Cantagalli bir keresinde sizin tüm oyuncuları şampiyon gibi hissettirebildiğinizi söylemişti. Gerçekten herkese bu kadar ikna edici olabilir misiniz?
“Herkese değil belki… Ama ben bir oyuncunun hep olumlu yanını görürüm. Oradan başlanarak geliştirilmesi gerekenler üzerine çalışılır. Bir oyuncu, antrenörünün onu sevmesi gerektiğini hisseder. Herkes kendi özellikleriyle. Böylece herkes takımda kendi rolünü bulur. Roller net olmalı. Netlik uyuma çok yardımcı olur. Bir takımın başarısı da, bir şirketin başarısı da bu dengedir.”

Yıllar önce ‘Hayatımda çok şanslıydım’ demiştiniz. Ama erkeklerle iki Olimpiyat yenilgisini düşünürsek – ’92’de Hollanda’ya çeyrek finalde 1 sayı farkla, ’96’da finalde 2 sayı farkla…
“Şanslı olmak demek her zaman Olimpiyat kazanmak demek değildir. Etrafına bakan biri önce sağlığı düşünür. Bunu, hayatım boyunca çok fazla ölüm yaşamış olmama rağmen söylüyorum. Kariyerim açısından ise, her şeyden önce 1982’de Arjantin’deki Dünya Şampiyonasını hatırlıyorum. O zaman kendi ülkemin Milli Takımı’nda yardımcı antrenördüm, ama aslında salonda baş antrenördüm. 4 yıl önce 22. olmuştuk, o zaman üçüncü olduk. O sonuç bana hemen ardından İtalya’ya gelme fırsatı verdi. Ve sonra Panini Modena’dan çağrı aldığımda… Benim CV’mle beni çağırmazlardı. Sonra doğru, o fırsatı iyi değerlendirdim. Becerini göstermek için önce fırsata sahip olman gerekir.”

İtalya’ya gelişinizi hatırlıyor musunuz, Jesi’ye?
“1983’tü. Büyük bir heyecandı. Avrupa’ya, İtalya’ya, yani anneannemin ülkesine geliyordum. Küçük bir köyde yaşıyordum, Pianello Vallesina’da. Çok memnun kaldım, 40 yıl sonra hâlâ süren dostluklarım oldu. Çağırıldığımda, İtalya’da sadece üç yıl kalacağımı sanıyordum…”

Bugün geldiğiniz yere geleceğinizi hayal etmiş miydiniz?
“Hayır. Buenos Aires’te çocuklarla başladığımda, Olimpiyat ya da Dünya şampiyonu olma beklentim yoktu. Birkaç küçük takımı çalıştırırım diye düşünüyordum. Büyük şeyler hayal etmeden.”

Voleybol hep hayatınızın temposunu mu belirledi?
“Her zaman büyük bir tutku oldu, gençliğimden beri büyük bir bağlılıkla sürdürdüm. Sadece bir dönem, üniversite yıllarında, üç yıl boyunca kayboldu. Zihnim felsefe derslerine ve öğrenci hareketindeki siyasi faaliyetlerime yoğunlaşmıştı… Sonra tekrar oynamaya başladım. Siyaset insanı tamamen tüketiyor, kurutuyor. Benim buna ihtiyacım vardı.”

İyi bir antrenör nasıl olmalı?
“Her şeyden önce oynamış olmalı. Hangi seviyede olduğu önemli değil, ama deneyim şart. Ama sonra, içindeki oyuncuyu öldürmesi gerekir. Antrenör ve oyuncu tamamen farklı şeylerdir. Özellikle çok güçlü bir oyuncu, antrenörden tamamen farklı bir düşünce devresi kullanır. Ne daha kolaydır? Kolay ya da zor şey yoktur. Benim için kolay olan bir başkası için zordur, tersi de geçerlidir.”

Çok etnik kökenli bir ailede doğdunuz: Peru’lu bir baba, yarı İspanyol yarı İtalyan bir anne. Dünyanın vatandaşı olmayı erken mi öğrendiniz?
“Evet, ama Arjantin biraz böyledir. Göçmenler ve göç edenler ülkesi. Kimliği olmayan bir kimlik. Örneğin Arjantin’in kültürel özelliği, belirgin bir özelliğe sahip olmamasıdır. Yine de bu karışımı çok seviyorum. Karışım, sadece ırksal değil, her anlamda üretken. İnsanlık tarihi de bunu söylüyor.”

Kendinizi hangi yönlerde İtalyan hissediyorsunuz?
“Birçok alışkanlık edindim. Gazetelerden yemeğe kadar, ama Arjantin etini biraz özlüyorum. Küçük İtalyan şehirlerini seviyorum, tarih dolu. Buenos Aires’e aşıktım, oysa o bir metropoldü. Şimdi Bologna kırsalında yaşıyorum. Neyse ki internet ve hızlı tren var…”

İtalya’da sevmediğiniz bir şey var mı?
“Gerçekten sevmediğim bir şey yok. Ama bence olumsuz taraf, İtalyanların çok muhafazakâr olması, değişmekte zorlanmaları. Belki de İtalya yaşlı bir ülke olduğu için. İnsanların sürekli şikâyet etmesine rağmen, çok iyi yaşanabilen bir yer. Ve iyi yaşanan yerlerde değişim zor olur. İtalya yaşlıların bilgeliğine sahip ama bazen gençlerin ‘imkânsıza inanma’ gücünden yoksun. Her şeyi sürekli olumsuz görmek canımı sıkıyor. Kızlara da bazen söylüyorum: Farkında mısınız, dünyanın en zengin, en güzel, en iyi yemek yenilen ülkelerinden birinde yaşıyorsunuz? Tabii ki bazı şeyler çalışmıyor. Ben de eleştirelim diyen ilk kişiyim, ama bir yere kadar.”

İtalyan sporunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Bence İtalya sporda çok değişti. Tenis, atletizm, yüzme ne kadar büyüdüler bakın. CONI çok şey yaptı, büyük etkinliklerdeki başarılar da yeni bir zihniyetin ürünü. Diğer ülkelerin daha fazla spor kültürü mü var? Sanmam. Sorun şu ki biz hep komşunun çimeni daha yeşil görüyoruz. Geri değiliz. Ama kendi aramızda daha çok zenginleşmeliyiz. Sporlar arası etkileşim inanılmaz bir değer: her branşta olağanüstü mükemmelliklerimiz var, çok değerli insanlar. Ben diğer branşların teknik adamlarıyla deneyim paylaşmaktan yanayım. Bunu yapmayı seviyorum.”

Futbolda da deneyiminiz var: Lazio’da genel menajer, Inter’de teknik alanın sorumlusu. Neden yürümedi?
“Reddedemezdim. Ekonomik sebepler de vardı. Ama her şeyden önce futbol tutkunu olduğum için. Bana kalsa, Estudiantes de La Plata’da 10 numara olarak oynardım. İdolüm Juan Ramón Verón’du, Juan Sebastian’ın babası. Üç kez Libertadores’i kazandık. ’68’de Manchester United’ı yenip Kıtalararası Kupayı da aldık. Biz, birkaç yıl önceki Atalanta gibiydik.”

Peki neden futbolda olmadı?
“Denemiştim, ama yönetici rolü bana göre değildi. Ama futbola saygı duymayı öğrendim. Futbol çok çok çok zor. Futbol insanlarına büyük saygı duyuyorum. Futbol endüstrisinin yaptığı her şey inanılmaz, başka bir sektör aynı koşullarda olsa bir ayda çökerdi.”

Doğru mu, 1998’de Berlusconi sizi Capello’dan sonra Milan’a istemiş?
“Tam olarak öyle değildi. Bir basın toplantısında, Fabio’nun yerine beni düşündüğü doğru mu diye soruldu. O da doğruladı. Ama doğrudan bir temas olmadı. Tabii, hemen herkes aradı. Ama ben bilgi uzmanlığına inandığım için konu orada kapandı. Bir kulübün sportif organizasyonunu yönetmek başka şeydir. Ama teknik direktör olmak için futbol oynamış olmalısın. Serie A’da olmasa da, oynamış olmalısın. Ben en fazla arkadaşlarla top oynadım. Bu kesinlikle aynı şey değil.”

Son futbol maçınızı ne zaman oynadınız?
“2004–2006 arasında Modena’dayken, her Çarşamba biraz her branştan antrenörlerle halı saha maçı yapardık. Harikaydı, olağanüstü bir deneyimdi. Oradan Pioli’yi tanırım, Modena’yı çalıştırıyordu. Ara sıra Bologna’da olan Scariolo da gelirdi. Sonra hep birlikte yemek yerdik, deneyimlerimizi paylaşırdık. Spor hakkında her şey konuşulurdu. Karışımlar. Zenginleşmeler.”

Atlanta 1996 finalini o şekilde kaybettikten sonra ağladınız mı? Duygusal bir boşalma oldu mu?
“O anda hayır, çünkü oyuncularla beraberdim, onlar zaten yıkılmıştı. Ben yük eklemek istemedim. Ama sonrasında kendi başıma ağladım mı hatırlamıyorum. Çok üzgündüm, o kesin.”

Atlanta’da finali 2 sayı farkla kaybetmek mi daha zordu, yoksa Barselona’da Hollanda’ya çeyrek finali 1 sayı farkla kaybetmek mi?
“Kesinlikle Atlanta. Barselona’dan önce zor bir iki yılımız olmuştu. 1990’da Dünya Şampiyonluğunu kazandığımız için değil, büyük şirketler voleybola girmiş, oyuncular 10 kat fazla kazanmaya başlamıştı. Çok karmaşık bir dönemdi. Parma’da olduğu için Nevio Scala’ya, bir efsane olduğu için Trapattoni’ye, bir başka efsane olduğu için Sacchi’ye gidip konuştum. Hepsine sordum: Bu kadar para kazanan gençleri nasıl yönetirsiniz? Kolay bir dönem değildi. 1996 farklıydı. Ayrıca birkaç sakatlık da oldu. O zaman söylemedim, bahane arıyormuşum gibi olurdu, hiç sevmedim. Ama şimdi söyleyebilirim.”

Kadınları mı erkekleri mi çalıştırmak daha zor?
“Kadınlar işleri çok daha kolaylaştırıyor. Çok disiplinli, konsantre, itaatkarlar. Erkekler daha kolay dikkati dağılıyor. Erkek için kadınları çalıştırmak daha zordur, çünkü erkek kendi deneyimini getirir: çocukluğunu, oyunculuğunu, kişiliğini. Kadınlar birçok açıdan bizden çok farklı çalışırlar. Onlarla başka bir dil konuşmamız gerekir. Onlarla ‘Her Lanet Pazar’ı kullanamazsınız. Bu yüzden daha zor olur. Erkekten ne alırdım? Daha az şüphe etmesini, kendini daha az yargılamasını. Kadın ise kendini ilk yargılayan olur. Kadından ne alırdım? Kararlılığını, asla bırakmama gücünü, yorgunken bile devam edebilmesini. Oyuncularıma sık sık söylüyorum: Sizin düşmanınız nedir biliyor musunuz? Şüphe. Şüpheyle oynanmaz, saniyenin yüzde birinde karar verip uygulamak gerekir.”

Çok şey kazandınız. Size en çok tatmin veren zaferler hangileri?
“Olimpiyat altını ve İtalya erkek takımıyla kazandığım ilk Dünya Şampiyonluğunu (1990) aynı sıraya koyarım. Sonra Panini ile kazandığım ikinci lig şampiyonluğu, yabancısız oynayarak. O dönemde yabancısız kazanmak imkânsızdı.”

İran Milli Takımını da çalıştırdınız. Yeniden yapar mıydınız?
“Bugün yapmazdım. Ama çok güzeldi, öğreticiydi, politik durumdan bağımsız olarak çok etkileyici bir ülkede. Çok iyi çalıştık, önemli sonuçlar da geldi.”

Arjantin’in teknik direktörü olmak hayaliniz miydi?
“Elbette. Çok iyiydim ve dört yılın ötesinde devam ederdim, kızımın sağlık sorunları olmasaydı. Neyse ki çözüldü.”

Paris altınından sonra bırakabilirdiniz. En yükseği kazanmıştınız…
“Aslında çok fazla şüphem olmadı. Daha çok gelecekteki şartları, Federasyon’un programlarını düşündüm. Ama benim asıl kaygım – hâlâ da öyle – emekli olmamak. Benim gibi hayatı boyunca çok çalışmaya alışmış biri bütün gün ne yapar? Elbette boş zaman istiyorum, ama öyle boş boş oturamam. Los Angeles’tan sonra kendimi nerede görüyorum? Bilmiyorum, biraz Arjantin’de biraz İtalya’da çalışsam fena olmaz. Ya da yeniden genç takımların teknik direktörü olsam. Ama kesin olan şu ki, son günlerime kadar çalışmak istiyorum. Beni CONI’nin başında görenler varmış. Ben nereye döneceğimi bilemem, şaka yapmayalım.”

Hâlâ bir hayaliniz var mı?
“Asıl hayalim, sevdiklerimin iyi olması. Özellikle de dört torunumun. Çok gençler, önlerinde koca bir hayat var.”

Ölümden korkuyor musunuz?
“Hayır. Ölmek canımı sıkıyor, tabii ki. Ama kaderciyim, er ya da geç herkes ölecek. Korkmuyorum. Ama uzun bir hastalıktan sonra ölmek istemem. Seçebilsem, önemli bir şey yaptıktan, adrenalini üzerimdeyken gelen ani bir kalp kriziyle gitmek isterdim.”

Hayatınızdaki en önemli kişi kimdi ya da kimdir?
“Yıllar boyunca yanımda olan kadınlar. Ama en çok annem. O bana baba da oldu. Çok zor bir hayat yaşadı, sadece biz kardeşler için…

Altı yaşındayken babanızı kaybettiğiniz için çok acı çektiniz mi?
“Hayır, belki küçüktüm bu yüzden ancak bir yere kadar farkına vardım. Ve ayrıca zorluklardan korkmamak, onları yüzleşerek aşmak her zaman biraz benim özelliğim oldu. Ama şunu kabul ediyorum ki o kayıp üzerimde bazı izler bıraktı. Ben ve benden bir yaş büyük abim, çabucak büyümek istedik. Ve gerçekten de ikimiz de genç yaşta yetişkin hayatı yaşamaya başladık.”

Issız bir adaya düşseniz, ‘Tom Hanks’in topu Wilson’ yerine kimi görmek isterdiniz?
“Sevdiğim kadını.”

Voleybol size kabullenmekte zorlandığınız bazı fedakârlıklar yaptırdı mı?
“Yaklaşık yirmi yıl önce tangoyu bırakmak zorunda kaldığıma üzülüyorum. Üstelik tangoya sayesinde ikinci eşim Roberta’yı tanımıştım. Evet, tekrar başlamak isterim. Asla çok geç değildir. İş yüzünden bazı ilişkilerin sürekliliğini kaybetmek üzücü oldu. Ama her yıl Arjantin’e gidip eski dostlarla buluşma zevkini hiç kaybetmedim.”

Haberi Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir