Her sabah güneş yeniden doğuyor ama…

“Her sabah güneş yeniden doğuyor ama takımlar ve anlayışları her gün yeniden doğmuyor”

On altı sezondur Eczacıbaşı Spor Kulübü’nde Yönetim Kurulu Üyeliği’nin yanı sıra Genel Sekreterlik ve Voleybol Şube Sorumlusu görevlerini yürüten M. Sacit Basmacı ile bir araya geldik.

Eczacıbaşı Spor Kulübü ile geçen 16 yıllık serüvende kazanılan kupalar, yaşanılan anılar, bu sezona başlamadan önce gerçekleşen yeni yapılanmalar ve çok daha fazlasını konuştuk.

Keyifle okumanız dileğiyle…

Spora ilginiz nasıl başladı? Tüm spor branşları içerisinde senelerdir özellikle voleybola destek vermenizin sebeplerini sizden dinlemek isteriz.

Benim spor yöneticiliğim biraz eskiye dayanıyor. 1989’da ilk defa İstanbulspor ile gerçekleşti, aynı zamanda lise kulübümdür. O dernek statüsündeki kulübün futbol branşını bir Anonim Şirket haline getirdik, orada elbette sadece futbol söz konusuydu. Futbol branşını bir derneğin içinden alıp Türkiye’de ilk defa bir A.Ş. haline getirdik. Bu anlamda bir ilki başarmış olmaktan da gurur duyuyorum. Dört sene orada başkan yardımcılığı yaptım, tabi çok değişik bir deneyimdi. O tarihte federasyonun oyuncu lisansını bir dernekten alıp bir anonim şirkete vermesi güçlüğünü de hep birlikte aştık. Ondan sonra da iki yıl da dernek başkanlığını yürüttüm. O ise daha çok basketbol ve hentbol branşını içeren bir yöneticilikti. Yedi yıl bu şekilde geçti, çeşitli branşlarda takımlarımızla alt liglerden kademe kademe yükselerek çeşitli başarılara imza attık. Doğrusu, çok farklı bir deneyimi kenara koymuştum ve en azından bir süre dinlenmek istiyordum. Ancak, ara vermeye çok fazla fırsat bulamadan bu kez Eczacıbaşı Spor Kulübünde devam etmemde ise Faruk Bey ve Erdal Bey’in özel ricası etkili oldu. 2005 yılında hem yönetim kuruluna girdim, hem genel sekreter oldum, hem de bir ay içinde voleybol şube sorumluluğunu da bana teveccüh ettiler. 2005-2006 sezonundan itibaren de yönetim kurulumuz ve tüm ekip arkadaşlarımızla beraber Kulübümüzde bu sorumluluğu paylaşıyoruz. Voleybol ilk başlarda çok bildiğim, deneyimim olan bir alan değildi, ancak iyi bir öğrenci olduğumu düşünüyorum. Hem Türkiye’de ve hem de yurt dışında çeşitli danışma kurullarına katıldım, ülkemiz adına çeşitli paylaşımlarda bulundum. Ülkemizdeki lig kurullarında da üyeyim, orada Federasyonumuz ile fikirlerimizi paylaşarak voleybolun daha da gelişmesine elimizden geldiğince katkıda bulunmaya çalıştık, halen de çalışıyoruz.

Eczacıbaşı Holding’te önemli görevleriniz var. Voleybolda çok fazla hareket de söz konusu. Voleybola vakit ayırmakta sıkıntı yaşıyor musunuz, ikisini bir arada nasıl yürütüyorsunuz?

Haklısınız, ama iş dışı tek uğraşı alanım da sadece Kulüp değil. Eczacıbaşı Topluluğu’nda sosyal sorumluluk faaliyetlerimiz çok yoğundur. İstanbul Modern Vakfı’nın yönetim kurulu üyesiyim ve kısmen kurucuları arasında sayılırım. İKSV faaliyetlerinde de yaklaşık 40 yıldır danışmanlık yapıyorum. Tabi ki bu faaliyetler için öncelikle iki yerden, yani özel hayatınızdan ve aile yaşamınızdan zaman çalıyorsunuz. İş hayatınızda da her ne kadar işinizin dolaylı bir parçası gibi görünse de sonuçta hepsinin kendine ait bir sorumluluğu ve yoğunluğu var. Dolayısıyla hem aile yaşantımızdan ve hem de kendi kişisel alanımızdan vakit ayırmak zorundayız. Özellikle hafta sonlarımızı çok meşgul ediyor; ayrıca Eczacıbaşı Spor Kulübü’nün yurt dışı faaliyetleri de çok yoğundur. Onlara da katılmak durumundayım, nitekim çok büyük organizasyonlarda çok önemli başarılara imza attık. Yorucu olduğu kesin, ama bir görev üstlenildi ise hakkını bütünüyle verecek şekilde yapmak durumunda olduğumuza da inanıyoruz; bunun bilincindeyiz. Yaptığımız bu işlerden mutlu olduğumuz, gurur duyduğumuz da bir gerçek, sonuçta bir hobi haline de dönüşüyor. Dolayısıyla, tüm yoğunluğuna rağmen içinde bulunduğumuz bu süreçten şikayetçi olduğumuzu söyleyemem.


Kısa sürede Altyapılarla beraber kazanılan 10 kupa. (A Takım, genç ve yıldız takım kaptanlarıyla birlikte.)

Eczacıbaşı Spor Kulübü olarak 2021-2022 sezonu başlamadan Ferhat Akbaş ile anlaştınız, mevcut oyuncularınızın bir kısmını takımda tutup önemli transferlerle de kadronuzu güçlendirdiniz. Sezon başlarken bu değişikliklerin de etkisiyle aklınızda soru işaretleri var mıydı, şu anki durumunuz ile hedefleriniz örtüşüyor mu?

Tabi biz pek şöyle demiyoruz: “Her gün bir güneş doğar” veya “Her gün güneş yeniden doğar.” Eczacıbaşı’nın temel özelliği, orta ve uzun vadeli düşünme geleneğimizin, alışkanlığımızın olmasıdır. Aslında her sezonu, daha önceki sezonlarda planlanmış bir yapılanmanın devamıymış gibi görmek lazım. Her sezon beyaz sayfalı bir yeni defter açılmıyor, açılan defterler devam ediyor. Baktığınızda A Takımımızda temel olarak dördü yabancı 14 oyuncumuz var. Tica sanki bizim yerli oyuncumuz gibi, yedi sezondur beraberiz. Ona yabancı oyuncu demek de biraz ayıp kaçıyor. (gülüyor) Maja da daha önce bizimle iki kez birlikte oldu, ona da takıma yeni katılan bir yabancı oyuncu diyemeyiz. Sadece Laura ve Adams için yeni diyebiliriz. Ama on Türk oyuncumuza bakarsak belki Simge ve Beyza 20’li yaşlarının başında bize katıldılar, ama bizimle de gelişerek milli takım oyuncusu haline geldiler. Onlara da çok katkımız olduğunu düşünüyorum. Onun dışında kalan oyuncularımızın hepsi ya bizde yetişmiş, ya da bizden ayrılarak daha sonra yeniden bize dönen oyuncularımız. Hande, Yasemin, Merve malum; zaten Fatma, Gözde ve Selin de bizde yetişmiş oyuncular… Elif ve Saliha ile 16-17 yaşlarından itibaren birlikteydik. Dolayısıyla biz, bizde yetişmiş veya bizim oyuncu süreçlerimizde gelişimini sürdürmüş veya asıl gelişimini bizde gerçekleştirmiş oyuncularla birlikte oluyoruz, olmaya devam ediyoruz ve olmayı da tercih ediyoruz. Her sene yeni baştan başlamıyoruz, mevcudu biraz revize ederek devam ediyoruz. Yeni katılan genç arkadaşlarımız Dilay ve Zeynep de zaten bizim altyapımızdan gelen oyuncularımız, inşallah onlar da uzun yıllar bizimle olurlar. Amacımız, dileğimiz o.

Bu sorunun ilginç yanı ise antrenör konusu olabilir; saymadım ama muhtemelen bu zamana kadar 8-10 antrenör ile çalışmışızdır. Onlarla da hep uzun soluklu olmaya çalıştık. Üç sene, iki sene, yedi sene gibi… Marco (Motta) ile de yedi sene çalıştık mesela. Türk diyoruz ama Ferhat’a da entarnasyonel bir koç dememiz lazım. Yıllarını yurt dışında geçirmiş, artık uluslararası kimliğe bürünmüş ve yurt dışında önemli başarılara imza atmış bir antrenörümüz. Tüm bu başarıları Türk kökenli bir antrenörün sağlamış olmasından dolayı da tabii ki hep birlikte gurur duyuyoruz. Aynı başarıları bizde de yaşayacağına olan inancımız nedeniyle birlikte olduk. En azından uluslararası kimliği olan ve pasaportu Türk olan bir antrenörle çalışmaktan dolayı hepimiz yönetim olarak mutluyuz. Ferhat’a da ilk başladığı zaman biraz da moral olması adına şunu söylemiştim: “Biz Eczacıbaşı olarak çok değerli bir Türk antrenör olan Cengiz Göllü ile tam 21 yıl çalışmışız, inşallah seninle de çok uzun süreler çalışırız.” Biz uzun soluklu çalışmaya çok alışığız, bunu tercih ve arzu ederiz. Umarım bu uyum, bu beraberlik hiç bozulmadan devam eder. Ben her zaman uzun solukluluk ve sürdürebilirlik anlamında şu örneği veriyorum: Eczacıbaşı Spor Kulübü 1966 yılında kuruldu. O günden bu güne kadar gelen sürede sadece üç tane başkanımız vardı. Şakir Bey, Bülent Bey ve Faruk Bey. Yani 56-57 yılda sadece üç başkanımız oldu ve hepsinin de soyadı Eczacıbaşı idi. Böyle bir kulüp yönetiminin dünyada bir başka örneği olduğunu da düşünmüyorum; zaten görmedim de. Dolayısıyla 56-57 yılını aynı soyadını taşıyan üç başkanla geçiren başka bir kulüp yok. Demek ki biz bu gelenek ve anlayışa kökten sahibiz, aynı anlayışı tüm oyuncularımıza ve teknik ekibimize de taşımak isteriz. Yeter ki bu uyum sağlansın, bu anlayışa sahip olunsun ve korunsun.

2021-2022 sezonuna başlarken geçmiş yıllardan farklı olarak takım menajeri pozisyonunda Nalan Ural’ın ardından bir başka isimle anlaşmadınız. Bunun özel bir sebebi var mı, Eczacıbaşı Dynavit gelecek sezonda da yoluna bu şekilde mi devam edecek?

Bu tabii ki bir yönetim kurulu kararıydı ve kurumlarda her zaman yönetime dönük bu tür değişimler olabilir. Hem Nalan’ın ve hem de menajerlik pozisyonunun geçmişte kulübümüze çok önemli katkılarda bulunduğu tartışmasızdır. Ancak Eczacıbaşı’nın her zaman ağırlıklı çalışan bir Yönetim Kurulu düzeni vardı, şimdi ise uygulama anlamında da Yönetim Kurulu üyelerimizin aynı derecede sorumluluk almasını öngördük. Görev dağılımına baktığımızda altyapıdan sorumlu, sosyal medyadan sorumlu, sağlık konularından sorumlu, diğer konulardan sorumlu, A Takımımız’dan sorumlu yönetim kurulu üyelerimiz var. Dolayısıyla, belirli fonksiyonlar Yönetim Kurulumuza dağılmış oldu. O nedenle ara bir kademenin olmadığı bir yönetim şeklini deniyor ve sürdürüyoruz, şu ana kadar da bir sıkıntı yaşamadık. Antrenörümüzle de doğrudan iletişim halindeyiz, bu anlamda biraz hız da kazanmış olabiliriz. Sonuçta daha aktif bir yönetim kurulu üyeliği anlayışına sahip olduk, bu anlamda bir olumsuzluğunu da görmediğimizden şimdilik başka bir farklılık düşünmeden aynen devam ediyoruz.


Zürih’te kazanılan Dünya Kulüpler Şampiyonluğu.

Allianz MTV Stuttgart ile oynanan CEV Kupası Final ilk maçından hemen önce sizi takımla motivasyon konuşması yaparken gördük. Karşılaşma başlamadan takımla neler konuştunuz, bize o anlardan bahsedebilir misiniz?

Sadece o maçta değil, “Final Four”larda veya Avrupa ve Dünya Şampiyonalarında da böyle önemli ve gerekli gördüğümüz, ihtiyaç hissettiğimiz anlarda, biraz da o maçın ağırlığına paralel olarak bir miktar motivasyon, beklentilerimizi bir daha ifade etmek, onların ne vermesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmak, hatta belki bir espri ile rahatlatmak da anlamında bir kaç cümle söylenebiliyor. Polonyalı yardımcı antrenörümüz ülkesinde bu tür bir tarza alışık olmadığı, oralarda pek yapılmadığı için burada ilk kez deneyimleyince onun da çok hoşuna gitti. Şimdi önemli maçlardan önce gelip; ne olur gelin konuşun diyerek hatırlatıyor. (gülüyor) Bu tür konuşmalar olsa olsa çorbada ancak bir tutam tuz olabilir, asıl çorbayı yapan tabii ki oyunculardır. Onların gününde olup aktif olmaları, güçlerini sarf etmeleri, sonuna kadar mücadele etmeleri hepsinden daha önemlidir. Yani bu o kadar da büyütülecek bir konu değil. (gülüyor)

Senelerdir voleybolun içindesiniz ve maçlarda da tribünde heyecanı doruklarda yaşadığınızı görüyoruz. Tüm bu maçları düşündüğünüzde en unutamadığınız şampiyonluk hangisiydi ve bizimle voleybol salonlarında yaşadığınız bir anınızı paylaşır mısınız?

Geçmiş 16 altı sezonda altyapılar dahil sadece benim yaşadığım, içinde bulunduğum otuzun üstünde şampiyonluk var. Bunun içinde üç tane Avrupa, iki tane Dünya Şampiyonluğu, Türkiye Ligi, Türkiye Kupası ve Süper Kupa şampiyonluğu var. Tabii ilk olduğu için 2015 yılında Polonya’daki CEV Şampiyonlar Ligi şampiyonluğumuz çok önemliydi. O dönem antrenörümüz Caprara idi. Onunla ilgili bir anımı anlatabilirim. Antenörümüz Caprara’nın tek kızı vardı ve ona çok düşkündü. Üç-dört ay önceden kızı için vaftiz günü alınmış. O gün ya final ya da çeyrek final maçımız var. Ona gitmek için önceden izin istedi. Maç öğleden sonra, maç günü de sabah 10.00’da kızının vaftiz töreni var. İtalya’ya gidip öğleden sonra Dünya Kulüpler Şampiyonası maçımız için Zürih’e gelecek. Bu mümkün değildi, ancak gitmek zorunda olduğunu ve kızını kıramayacağını söyledi. Ben kan ter içinde kaldım, sonunda ne yaptığımızı söyleyeyim. Acele bir özel uçak kiraladık, sabahleyin erkenden uçağı kaldırıp onu İtalya’da götürdük. Kızının vaftiz törenine katıldı, öğlen uçakla tekrar geri dönüp akşamüstü de takımla maça çıktı. Caprara herhalde bu tür bir jest ile yaşamında hiç karşılaşmamıştır. Ama sonuçta şampiyonluk kupasını da kaldırmıştık.

Bir başka anı derseniz, o tarihte Dünya Kulüpler Şampiyonası’nın düzenlendiği Manila çok ilginç bir şehirdi, güvenlik anlamında çok sıkıntılı bir yerdi. Tüm takımlar aynı otelde kalıyorduk. Otele girişte ve çıkışta sürekli biçimde polisin güvenlik kontrolüyle karşı karşıya kalıyorduk. Antrenmana giderken üç silahlı polis otobüsümüze biniyor, önden ve arkadan polis araçları takip ediyor ve yolu açıyorlardı. Güvenlik bizi çok tedirgin eden bir durumdu, her maça ve her antrenmana bu şekilde gidip geldik. Oradaki güvenlik koridoru içerisinde bu sportif faaliyetleri yapıyor olmamız bizi gerçekten çok tedirgin etmişti. O yüzden o döneme ait bu anıları da unutamam.


Manila Filipinler’de kazanılan Dünya Kulüpler Şampiyonluğu.

Eczacıbaşı Spor Kulübü bu yıl, taraftar anlamında belki de son yıllarda en geniş kitlelere ulaştığı sezonu yaşıyor. Taraftarların ilgisi hem salonda hem de sosyal medyada çok yoğun bir şekilde görülüyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Konunun birkaç yönü var. İlki, tabii ki biz zaten yıllardır taraftar anlamında çok yoğun faaliyette bulunuyoruz. “Tigers” adını verdiğimiz grubumuz var, daha çok çalışanlarımız ve onların yakınlarından oluşan bir gruptu. Voleybolun bu yükselen çizgisi ve başarıları kamuoyunda da büyük ilgi yarattı. Özellikle olimpiyattan ve diğer şampiyonalardan sonra bu ilgi büyüdü. İkincisi, naklen yayın konusu, bu gerçekten çok başarılı bir noktaya geldi, bugün neredeyse her maçı izleyebilir haldesiniz. Televizyon yayıncılığı fevkalade arttı, bu da ilgiyi destekledi. Ayrıca Eczacıbaşı’nın çok yoğun sosyal medya faaliyetlerini de göz ardı edemeyiz. Arkadaşlarımız gerçekten çok başarılı işler yapıyorlar. Sosyal medyadaki bu başarılı faaliyetler de gerçekten ilgi yaratıyor ve ilgiyi destekliyor. Biz geçmişte hiç bilet bile satmazdık. Bizim maçlarımıza giriş serbestti, elinizi kolunuzu sallayarak maça girebilirdiniz. Bu sene salonumuzda ilk kez bilet satıyoruz; zaten salonumuzun imkanları nedeniyle sınırlı bilet satıyoruz. Bir saat içinde internette biletler tükeniyor; iddialı maçları bir kenara koyuyorum ama ligde iddiasız gibi gözüken maçlarda bile full salon ve ayakta seyirciyle izliyoruz. Gerçekten hem voleybolun başarıları ve hem de gördüğü ilgi seyircinin de ilgisini kamçıladı. Bugün sanıyorum maçlar büyük salonları bile doldurabilecek bir noktaya geldi. Bir de tabi başka branşlarda aynı başarıyı göremeyen seyirci, başarılı olan voleybola doğru yüzünü çeviriyor. Hiçbirimiz yadsıyamayız ki bugün voleybol tartışmasız Türkiye’nin takım branşlarında en başarılı spor dalıdır. Özellikle kadın voleybolu daha önde, ama erkek voleybolu da geliyor, görüyoruz. Büyük bir aşama içindeler, inşallah erkekler ve kadınlar el ele Türk voleybolunu dünyada temsil ederler ve başarılarıyla göz doldururlar.

Tüm bu ilgi devam ederken bir yandan da voleybolseverlerin Eczacıbaşı’ndan yeni ve büyük bir salon beklentisi daha da arttı. Bu yönde bir plan var mı?

Tabii ki var ve bu plan bugünün konusu değil. Geçmiş beş altı yıldır bu yönde çalışmalar yapıyoruz. Maalesef pandemi durumu iki üç yıl bu faaliyetlerimizi biraz engelledi. Ama şu anda çok aktifiz, kopya vermiş gibi olmayayım ama iki üç yer üzerinde çok çalışıyoruz, hem projesi hem de hukuki çalışmaları üzerinde duruyoruz. Umut ediyorum ki çok uzun olmayan bir süre içerisinde Eczacıbaşı kendi büyük, yeni, antrenman salonlarını da kapsayan, hatta belki bir kamp yerini de içeren bir spor kompleksine kavuşacaktır. Bu çalışmalar çok ciddi boyutta sürmektedir.

Kulübün özellikle sosyal medyada hem yaratıcı içerikler hem de etkileşim anlamında da adından söz ettirdiği bir dönemdeyiz. Sosyal medya ile aranız nasıl, yorumları okuyor musunuz?

Şahsen soruyorsanız tabi ki voleybolu takip ediyorum, ama çok mu coşkulu takip ediyorum? Tabi ki kendi boyutumda… Gözden kaçırmamaya çalışıyorum, onun için en azından kıyaslama imkanım da oluyor. Ama yine de parantez açıyorum, arkadaşlarımızın başarılarını da çok net biçimde görüyorum. Onun için onları da özel olarak tebrik ediyorum.


İzmir’de kazanılan Şampiyonlar Kupası.

Eczacıbaşı Spor Kulübü’ne geçmişten günümüze dünya starları geldi. Onlar kulübe ne kattı, kulüp onlara ne kattı? Sizce etkileşim olarak bakıldığında ortaya neler çıktı?

Konunun çok geniş boyutu var, biraz geriye gidersek, tabi biz Avrupa kıtasının bir parçasıyız. Şampiyonlar Ligi biliyorsunuz aşağı yukarı 1960’lardan başlayan bir çizgi. Çok uzun yıllar, rejimin de etkisiyle Rusya bu çizgiyi taşıdı, başarılı dönemler geçirdi. Ondan sonra İtalya devreye girdi, her İtalyan takımı bir sene toparlanıp şampiyon olabiliyor idi. Biz de Türkiye olarak 2010’a doğru devreye girdik ve bugünlere geldik. Yani Rusya ve İtalya’dan sonra son 15 yılı Türkiye domine etti. Zaten bu, kulüp ve milli takımlar olarak hem Dünya ve hem de Avrupa reytinglerimizde kendini gösteriyor. Demek ki başarı net ve ortada. Biz artık Dünya rekabetinin içerisindeyiz, bu rekabet içerisinde olabilmek için dünya çapında kadrolaşıp dünya çapında oyun oynamamız gerekiyor. Dünya çapında oyun oynamanız için ise bu yöndeki deneyimleri kendi içinizde taşımanız bir zorunluluk. İtalya da zamanında bunu yaparak yabancı antrenörler getirdi, bu sayede hem antrenör hem de oyuncu yetiştirdiler. İtalya, o dönem dünyanın en iyi oyuncularını getirebildi ve bu durum, hem oyuncuların diğer oyunculara olan katkısı, hem de ekip olarak üst düzeyde oynanan voleybolun gelecek nesillere örnek olması ve eğitim şekli açısından bir oluşumun meydana getirmesine büyük katkı sağladı. Biz de bu süreçten uzak kalamadık, hem yabancı antrenörlerle teknik birikimleri ülkemize taşımak istedik, hem de yabancı oyuncularla Türk oyuncuları kaynaştırarak ekip oyununu yükseltmek ve onların birikimlerini, becerilerini Türk oyunculara da aktarmaya çalıştık.

Kendi kendinize doğrudan bir gelişim sağlamak mümkün değildir diyemem ama bu çok da kolay olmuyor. Artık baktığınız zaman bir iletişim dünyası söz konusu, dolayısıyla biz de bu aşamalardan geçtik. Yabancı antrenörlerle birikim aktarmaya çalıştık, onların birikimlerini buraya taşımaya çalıştık. Yabancı oyuncularla da az önce bahsettiğim konuları sağlamaya çalıştık. Bazen şöyle diyorum: Bir teraziyi düşünün, iki kefeye de birer kilo koyduğunuzda eşit duruma geliyor. Ama buraya 25 gram koyuyorsunuz ve o taraf birden daha ağır basıyor. İşte bazen takım oyununda bir tarafa 50 gram veya 100 gram koymak gerekiyor ki ağırlık kazanılsın. Küçükmüş gibi gözüken farklar dengeleri değiştiriyor. Bazen 23. veya 24. sayıdaki beceri farkı size maç kazandırıyor, dolayısıyla bir farklılık yaratmak adına bunlar tabi ki özellikle de eğitim/deneyim olması açısından önemli hale geliyor.

Taismary Aguero Türkiye’ye geldiği zaman Telekom’a gelmişti, biz onlara karşı o dönem oynadığımızda oyuncunun ısınma hareketlerine çok dikkat ederdim. Gerçekten sahada bulunan hiçbir oyuncunun yapmadığı hareketleri yapar ve kimsenin de yapmadığı ciddiyetle yapardı. Bir oyuncu nasıl olunur, onun ısınma hareketlerinden bunu hissedebilirdiniz. O bir farklılıktı, daha voleybola başladığı günlerden beri devam eden bir alışkanlığın sonucu ve aynı zamanda bir örnekti. Dolayısıyla her iyi olan yön örnek alınabilir; her iyinin de katkıları olmuştur. Ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; her zaman Türk oyuncularımız ve onların gelişimi ana hedef olmuştur. Türk oyuncu geliştirmek ve Türk kadınına da hizmet etmek hep ön plandadır. Yabancı oyuncular ise rekabetin, deneyimin ve eğitimin bir parçasıdırlar, ama ana hedefin değil.


Çin’deki Dünya Kulüpler Şampiyonası kutlaması.

Keşke şu sporcuyu veya antrenörü de getirebilseydik dediğiniz bir isim var mı?

Böyle bir değerlendirme içinde olmak pek doğru değil, geçmişe bakmamak lazım. Olan olmuştur, mutlaka kulüp olarak doğru ve hatalı işlerimiz, yanıldığımız noktalar olmuştur. Çok başarılı olduğumuz noktalar da olmuştur, bunlar zaten sporun içinde olan konular… Ben geçmişe fazla bakmayıp gelecekte doğru işler yapmak yönünde organize olmanın ve edinilen o deneyimleri gelecek açısından kullanmanın gündemde kalmasını tercih ederim.

Sizin en beğendiğiniz sporcu veya antrenör kim?

Tüm oyuncularımızı ve antrenörümüzü beğeniyoruz. İsim olarak söylemem gerekirse bir dönem İtalya’yı ayağa kaldıran, İran Erkek Voleybol Milli Takımı’nın da antrenörlüğünü üstlenen Arjantinli Julio Velasco’yu tanımak, en azından onu hissetmek ve deneyimlerini ondan dinlemek isterdim. Ama çalıştığımız her antrenörümüzün bize olduğu kadar bizim de ona bir katkımız olmuştur. Hepsinden bir şeyler öğrendiğimizi varsayıyorum, edinilen her tür deneyimi de çok önemsiyoruz ve göz ardı edemeyiz, diye düşünüyorum.

Eczacıbaşı Dynavit’in yeni sezon yapılanması kapsamında çalışmalarınız nasıl ilerliyor, 3+2 yabancı kuralı konuşuluyor, bu konuda hazırlıklarınız var mı? Neler söylemek istersiniz?

Ana çekirdek kadromuzu muhafaza edeceğimizi düşünüyorum, elbette belirli revizyonlar olacaktır, bu normaldir, ama çok köklü değişiklikler olacağını sanmıyorum, öyle bir düşüncemiz yok. Tabi ki belli revizyonlar, sınırlı sayıda değişimler işin doğası gereğidir. Zaten biz başarının biraz da devamlılıktan geldiğini düşünüyoruz. Bir arada olmanın getirdiği alışkanlıkların başarıya önemli ölçüde katkıda bulunacağı görüşündeyiz; o yüzden çekirdek kadromuzun genelde korunacağını varsayıyorum.

3+2 kuralı ise çok yeni gündeme geldi, daha önceden çok konuşulmuş, değerlendirilmiş ve tartışılmış bir konu değildi. Ben yıllardır hem lig kuruluna ve hem de sezon öncesi toplantılara hep katıldım. Yabancı sayısı geçmişte o kadar çok tartışıldı ki, 2+0, 2+1, 3+0 vb. şeklinde… 3+1’de en ideal çözümün bulunduğu gerekçesiyle karar kılınmıştı ve çok uzunca bir süredir de 3+1 ile yürüyoruz. Bu mevcut yabancı kuralı ile devam ettiğimiz sürede Türk voleybolunun başarılarında bir eksilme olmadığını, hatta tam tersine gelişme olduğunu da yaşadık. Mevcut çözümde, en azından sahadaki %50 Türk oyuncu sayısı kesinlikle azaltılmasın şeklinde düşünülmüştü, mutlaka denge olsun anlayışı vardı. Dolayısıyla, 3’ün üzerindeki ilave bir yabancının ise tribünde değil de sahada değişebilir durumda bulunması 3+1’i en uygun çözüm noktasına getirmişti. Genelde 3+1’den şikayetçi olunduğunu da duymamıştık. Çünkü hakikaten çok deneyerek bu noktaya gelinmişti. Dediğiniz gibi, sayı 3+2’in dışında 3+3, 3+4 şeklinde de olabilir tabii ki; 3+2‘nin temel avantajı ise 5. yabancının tribünde değil de bench’te oturması, her an değişebilir konumda olduğu için de kendini hep takımın içinde hissetmesidir. Dolayısıyla, sahada oynayan yabancı sayısını etkilemediği için de değerlendirilebilir; gelecekte Türk oyuncular açısından bir dezavantaj yaratıp yaratmayacağını ise ancak zaman içinde gözlemleyebiliriz. Bir de takım mekanizmalarını değiştirebilecek bu tip köklü değişimlerin önceden konuşularak bir sonraki sezondan itibaren geçerli olacak şekilde hayata geçirilmesinin daha doğru olacağı kanısındayız. Her takım kendisi için önceden bir hazırlık içerisinde; güneş her sabah yeniden doğuyor ama takımlar her gün yeniden kurulmuyor. Sözleşme süreleri de bu tip değişimler baz alınarak kurgulanacağı için bunun mutlaka önceden tartışılıp planlanması ve biliniyor olması daha anlamlı gözüküyor. Bu nedenlerle 3+2 kuralını da bu çerçevede içinde değerlendirmek durumundayız.


Manila Filipinler’de kazanılan Dünya Kulüpler Şampiyonluğu.

İki senedir ara verilen Kanyon etkinliğiniz devam edecek mi, Eczacıbaşı yeniden sokağa inip taraftarlarıyla kaynaşacak mı?

Pandemi nedeniyle değil böyle bir etkinlik düzenlemek, normal lig maçlarını bile sürdürememiştik. Biz tabii ki bu etkinliği yapmaya her zaman hazırız. Yapmayı da arzu ediyoruz, ümit ediyoruz ki hafifleyen pandemi ortamı ve sağlık koşulları artık buna imkan tanır. Biz de zevkle her sezon başında bu geleneğimizi devam ettiririz.

Forma veya takımla ilgili voleybol ürünlerinin kapsamlı bir şekilde online satışı düşünülüyor mu?

Geçmişte kulüp binamızda, online satış platformlarında ve anlaşmalı olduğumuz ana dağıtıcılarla satışlar gerçekleştirdik. Bu sene onu tekrar canlandırdık, belki internette çok fazla görünmüyor olabilir ama satışlarımız var. Kulüp binamızda da seyircilerimiz maçtan önce, maç esnasında ve maç sonrası ürünlerimize erişebiliyorlar. Geleneksel köklü kulüplerimiz muhtelif branşları aynı anda barındırdıkları için taraftar kitleleri milyonlarla ölçülüyor; o konu onlar açısından biraz daha farklı; ama biz de kendi boyutumuzda o konuyu geliştirmek için çabalıyoruz. Çok çeşit olması elbette güzel, ama onun da bir takım ticari riskleri var. Her şeyi deniyoruz, çabalıyoruz ve öğreniyoruz, sonra da geliştiriyoruz, öyle söyleyelim.

Keyifli sohbet için teşekkür ederiz, son olarak eklemek istediğiniz bir konu var mı?

Ben de Türk Voleyboluna yaptığınız katkılar için sizi içtenlikle tebrik ediyorum ve çok teşekkür ediyorum. Yaptığınız işin kolay olmadığını da biliyorum, zorluklarını da yıllardır hep birlikte yaşıyoruz. Bu konuda kararlı olmak, ısrarcı olmak ve vazgeçmeden sürdürmek kaybedilmemesi gereken çok önemli özellikler… Bu anlamda bunu devam ettirmenizi umuyor ve başarılarınızın devamını diliyorum.


Dünya Kulüpler Şampiyonası sonrası Kanyon Ofis’te sergilenen dev pano.

Haberi Paylaş

Comments are closed.