Hipertansiyon teriminden bahsedebilmemiz için öncelikle tansiyonun ne olduğu net bir biçimde anlaşılmalıdır. Tansiyon kısaca kan basıncı olarak tanımlanmaktadır. Damarlardaki kanın dolaşım sırasında oluşturduğu basınçtır. Bu basınç gün içinde farklı faktörlerden etkilenerek küçük ya da büyük değişiklikler gösterebilmektedir.
Kan basıncı iki farklı ölçümle ifade edilir:
- Sistolik Kan Basıncı (büyük tansiyon)
- Diyastolik Kan Basıncı (küçük tansiyon)
Hipertansiyon, kronik olarak sistolik kan basıncının 140 mm Hg’den fazla olması ve / veya diyastolik kan basıncının 90 mm Hg’den fazla olması olarak tanımlanır. Birincil ve ikincil hipertansiyon olarak sınıflandırılır. Tüm hipertansiyon vakalarının yaklaşık %95’i, kan basıncının yükselmesi için tanımlanabilir bir tetikleyicinin olmaması ile karakterize edilen birincil hipertansiyon olarak kategorize edilir. Vakaların geri kalan %5’i ise, çeşitli tıbbi durumların neden olduğu (tümörler, böbrek hastalığı, vb.) sekonder hipertansiyon olarak kategorize edilir.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre ise; yüksek veya yükselmiş tansiyon olarak da bilinen hipertansiyon, kan damarlarının sürekli olarak basıncı artırdığı bir durumdur. Hipertansiyon ciddi bir tıbbi durumdur ve kalp, beyin, böbrek ve diğer hastalıkların riskini artırabilir. Her 4 erkekten 1’i ve her 5 kadından 1’inin bu duruma sahip olmasıyla dünya çapında erken ölümün başlıca nedenlerinden biridir.
Hipertansiyon yalnızca kan basıncı değerlerinin yükselmesi ile seyreden basit bir sorun olmayıp, oluşturduğu hedef organ hasarı ile oldukça önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olan ciddi bir sağlık sorunudur. Hipertansif hastalarda kan basıncı normal sınırlar içerisinde kontrol edilemediğinde birçok organ ve sistemin fonksiyonu geri dönüşümsüz olarak etkilenebilir. Başta kardiyovasküler hastalıklar olmak üzere pek çok sistemik hastalığa ait risk faktörleri hipertansif kişilerde normotansif olanlara göre anlamlı şekilde yüksektir.
Hipertansiyon görülme sıklığı, erkeklerde ve kadınlarda sırası ile 18-39 yaş grubunda %15 ve %5, 40-59 yaş grubunda %30 ve %30, 60 üstü yaş grubunda %55 ve %65’tir (7). Hipertansiyonun tüm dünyadaki yaygınlığının 2000-2025 yılları arasında %26’dan %29’a yükseleceği öngörülmektedir. Türkiye’de 2003 yılı için HT görülme sıklığının %31,8 olduğu ve kadınlardaki oranın (%36,1) erkeklerden (%27,5) daha yüksek oranda olduğu saptanmıştır.
Yetişkinlikte görülen hipertansiyonun kökeninin, çocukluğa kadar uzandığını gösteren birtakım çalışmalar bulunmaktadır. Çocukluk çağındaki kan basıncı yetişkinliğe etki eder; bu nedenle yüksek tansiyonu olan çocukların hipertansif yetişkinler olma olasılığı daha yüksektir. Bu durum çocukluk çağında tansiyon kontrolünün önemini vurgulamaktadır.
Kan basıncının istenen seviyelerde kontrolü, hipertansiyon tedavisindeki ilk amaçtır ancak tek amaç değildir. Bunun yanı sıra yaşam kalitesinin yükseltilmesi, tedavi yan etkilerinin en düşük seviyede tutulması, tedavi maliyetinin azaltılması, komplikasyonların engellenmesi, ölüm oranlarının azaltılması ve eşlik eden hastalıkların da (ateroskleroz, iskemik kalp hastalığı, vb) önlenmesi ve iyileştirilmesi, tedavi amaçları arasındadır. Hipertansiyon tedavisi başlıca 3 grupta incelenebilir:
- İlaçsız tedavi (kilo verme, egzersiz, diyet, yaşam şeklinin değiştirilmesi, tuz kısıtlaması, sigaranın ve alkolün bırakılması, stresten uzaklaşma)
- İlaç tedavisi
- Cerrahi tedavi
Egzersiz yapmak, hipertansiyon tedavisi ve kontrol altına alınmasında önemli bir yaşam tarzı değişikliğidir. Uluslararası Hipertansiyon Toplulukları, hipertansif bireylerde kan basıncı kontrolünü geliştirmek ve kardiyovasküler hastalık riskini azaltmak için yaşam tarzı müdahalesi olarak uzun dönemde fiziksel aktivitenin arttırılmasını önermektedir. Koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri kapsamında düzenli egzersiz yaptırılması hem hipertansiyonu önler hem de tedavide kardiyovasküler hastalık riskini ve mortaliteyi azaltır.
Yürümek, bisiklet sürmek, yüzmek, koşmak ve dans etmek gibi aerobik hareketler haftada en azından üç gün ve 30 ila 60 dakika arasında yapıldığında kan basıncını düşürmeye yardımcı olabiliyor. Eğer kişi bir kerede 30 dakika süreyle egzersiz yapamayacak durumda ise bu süreyi 5’er veya 10’ar dakikalık seanslara bölmesi daha doğrudur.
Yapılan araştırmalar ağırlık kaldırma gibi direnç egzersizlerinin ise daha düşük bir kan basıncı elde etmek için etkin birer yöntem olmadıklarını ortaya koyuyor. Tam tersine, yüksek kan basıncı değerlerine sahip olan insanların ağır direnç hareketlerini yapması kan basıncının daha da yükselmesine ve kimi zaman da tehlikeli boyutlara ulaşmasına neden olabiliyor. Direnç egzersizleri, genel egzersiz planının bir parçası olarak öneriliyor. Çünkü bu egzersizler dayanıklılığı, dengeyi ve kemik kütlesini artırıyor. Ancak yaşlı ve yüksek kan basıncı değerlerine sahip olan kişilerin özel önlemler almaları gerekiyor. Örneğin, bu kişilerin hafif ağırlıklar kullanması ve bunun yerine daha fazla sayıda tekrar yapması öneriliyor.
Temel olarak, egzersizlerin, kişinin terlemesini sağlaması fakat aktivite sırasında konuşmasını engelleyecek kadar da yoğun olmaması gerekiyor. Ayrıca egzersize başlamadan önce ve tamamladıktan sonra hafif hareketlerle daima ısınma ve soğuma aşaması yerine getirilmeli. Egzersiz programına başlamadan önce aktivitenin yoğunluğu, süresi ve kişiye uygunluğu konusunda mutlaka bir hekime danışmak gerekiyor.
Bu bilgiler ışığında hipertansif hastalarda ilk olarak kullanılacak modalite olarak; büyük kas gruplarını içeren, süreklilik sağlanabilen ve ritmik olan aerobik egzersizler kullanılabilir. Hipertansif hastalarda bu egzersizlerin sıklığının haftada 5 gün, günde en az 30 dakika, orta şiddette aerobik egzersizler olduğu açıktır. Egzersizlerin sıklığı, şiddeti, süresi kişinin cinsiyet, yaş ve eşlik eden diğer sistemik hastalıklarına göre modifiye edilmelidir. Bu aerobik egzersizler kişilerin kas gruplarında kuvvetlenmeye, daha aktif bir yaşam sürmelerine, dengelerinin artışına ve kan basınçlarının ortalama olarak 5-7 mm-Hg düzeyinde düşüşünü sağlayacaktır.
Comments are closed.