Maç saatleri

Bu sene İstanbul haricinde fazla maç seyretme imkanı bulamadım. Seyredebildiğim birkaç maç ve İstanbul’da gittiğim yüze yakın maçı da dahil edersek en keyif aldığım maçlar Beşiktaş’ın Akatlar Cola Turka Arena’da oynadığı maçlar oldu. “Bu nasıl iş? Beşiktaş erkeklerde küme düştü, bayanlar da düşme hattının hemen üzerinde yer alıyor.” dediğinizi duyar gibiyim. Benim söylemek istediğim en keyifli voleybolu bu takımların oynadığı değil sevgili dostlar. Sadece oynadıkları saatlerin mantıklı olması nedeniyle en keyif aldığım maçlar BJK’nın oynadıkları. Zira Beşiktaş, bu sezon kendi evinde oynadığı maçları gerek Cumartesi gerekse Pazar günleri saat 13.00’te oynadı. Böylece maça gidenler, fazla trafik sorunu yaşamadan, hafta sonlarını öldürmeden keyifle maç seyretme imkanına kavuştular. Maçlarını genelde 17.30 – 18.00 sularında oynayan Eczacıbaşı Vitra ise milyonlarca liralık bütçesine rağmen seyircilere ve bizlere eziyet verdi.

Voleybolun durumu

Ülkemizde en başarılı takım sporu olduğu söylenen voleybol, futbol ve basketbola göre bir hayli geride bulunuyor. Bu gerçek sadece ülkemizde değil, Dünyanın birçok yerinde bu şekilde tezahür ediyor. Dolayısıyla da çoğu kimse, futbol ve/veya basketbol varken voleybola göz ucuyla dahi bakmıyor. O halde ne yapmak lazım? Maç saatlerini, hele de yeni tanışanları voleybola ısındıracak maçların saatlerini bu sporlara göre ayarlamak. Zira insanlar tuttukları takımın futbol maçı varken salonlara gelmez. Bunun en güzel örneği, dün (03.04.2011) saat 17.30 civarında başlayan Fenerbahçe-İBB maçıdır. Çalkantılı bir sezon geçiren Fenerbahçe’nin kalburüstü bir kadrosu var. Şampiyonluk hayal değil. En büyük itici gücünün seyirci olması beklenir. Ama seyirci nerede? Yaklaşık bir buçuk saat sonra başlayacak futbol maçında. Zira voleybol maçlarına gelen seyircinin çoğu, futbol maçlarından devşirme taraftarlar. Çakışma olduğunda ilk terk edecekleri de voleybol takımı oluyor. Aynı saatlerde play-off yarı final mücadelesi veren Fenerbahçe kadın basketbol takımının önemli bir maçı olduğunu da hatırlatmak isterim.

Saat 20.00’de voleybol maçı olmaz!

Bugün MEF Okulları-Arkas mücadelesi başlıyor play off erkeklerde. Maç kaçta? 20.00. Kim gidip de seyreder bu maçı? Gece bekçileri. Yapmayın etmeyin, seyirciyi voleyboldan kaçırmak için çabalamayın lütfen. Arkas’ın İstanbul’da salonun %30’unu dolduracak çalışanı var. MEF Okulları’nın da öğrenci ve çalışan potansiyeli. Yani salonun yarısından çoğunun dolu olması olası. Peki olur mu? Mümkün değil. Ertesi gün dersi, sınavı olan öğrencinin, sabah 07.00’de kalkıp mesaiye gidecek çalışanın muhtemelen saat 22.00’de bitecek maça gitmesi normal mi? Değil. İstanbul’daki trafiği, mesafelerin uzaklığını ve toplu ulaşım problemlerini dahil etmiyorum bakın.

Voleybol kimin için oynanıyor?

Maç saatlerini kim ayarlıyor? TVF. Neye göre? Öncelikle televizyon yayınlarına göre. Bu noktada bir seçim yapmak gerek. Seyirci mi, yoksa naklen yayın geliri mi? Elbette yayın geliri daha ağır basıyor, zira salonu ağzına kadar doldursanız, yayıncı kuruluşun verdiği parayı kazanamazsınız. Ama seyircinin verdiği keyfi ve coşkuyu da yayıncı kuruluş veremez. Bu açmaz karşılıklı diyalogla çözülürse, bundan voleybolumuz karlı çıkar, benden söylemesi.

İzleyici sayısı

Yayıncı kuruluşun maçı erken yayınlamasıyla geç yayınlaması arasında ne fark var, bilemiyorum. Voleybol fanatiği bir izleyici olarak erken yayınlamasının daha çok izleyiciyi ekran başına çekeceğini düşünüyorum. Kaldı ki, periyodik olarak yayınlayabildiği başka bir takım sporu da yok lig maçlarının yayın hakkı sahibi kuruluşun.

Özet

Hafta sonu voleybol maçları erken oynansa, insanlar maçlara geldiği gün maç çıkışında diğer sosyal aktivitelerini de yapabilse fena mı olur? Zaten son derece asosyal bir milletiz, fazla sayıda aktivite yapan var ya da hiçbirini yapan yok. Yani maça gelen insanların maçtan başka yapmak istedikleri şeyler var. Eğer saat 16.00’ya maç koyarsanız, insanlar maça kolay kolay gelmez. Maçın 1,5 saat öncesi yol, maç, sonrası 1,5 yol. Günlük mesai gibi. Gün ölüyor resmen. Gerekirse salonlarda seyircinin doldurması amacıyla bir anket hazırlansın, insanlar maçların ne zaman olması gerektiğini kendileri belirlesin. Böylece salonlardaki seyirci sayısını arttırabiliriz.

Play off başladı

Fenerbahçe-İBB maçı için fazla konuşmaya gerek yok. Fenerbahçe belki de sezonun en iyi oyununu sahaya sürerken İBB resmen dibe vurdu. Kendi sahasında ligin mütevazı takımı Torul Gençlerbirliği’ne yenilirken bile bu kadar kötü oynamamıştı İBB. Ne servis atabildi, ne manşet getirip hücum yapabildi. Devre arasından beri yaşadığı düşüşü bir türlü önleyemedi. Takım mücadeleci ruhunu kaybetmiş adeta, yenilgiyi kabullenmiş bir görüntü sergiliyor. Halbuki kapasite çok yüksek, sadece alışkanlığı tersine çevirmek gerek.

Bir antrenör olarak kazanmak ya da kaybetmenin alışkanlık haline geldiğini savunurum yıllardır. Zira oyuncuların psiklojisi, bu alışkanlığı sahada sergilemek için son derece uygundur. Ligin başında bu alışkanlığı yakalayan İBB, devreyi lider olarak tamamlamıştı. Ancak yoğun antrenman programının getirdiği yorgunluk sonucu ortaya çıkan sürantrene olma durumu, öncelikle takımın CEV Challenge Kupasıdan altın set denen saçmalık sonucu elenmesine yol açtı, sonrasında da lige sirayet ederek takımın önemli maçları kaybetmesine neden oldu. Bütün bu mağlubiyetlerin ardından takımın kazanma alışkanlığı, yerini kaybetmeye bıraktı. Netice ortada. Bu saatten sonra bu takımın tekrar yükselişe geçmesi, oyuncuların kendilerini psikolojik olarak toparlamasına bağlı. Bunun için bir mentör yardımı uygun olabilir. Zira fiziksel olarak hiçbir eksiği yok İBB’nin.

Tam tersine Fenerbahçe ise kazanma alışkanlığını yeniden edindi. Özellikle Şampiyonlar Ligi stresinin bitmesi, antrenör değişikliğinin getirdiği yenilenme, sarı lacivertlilere çok olumlu yansıdı. Kadro yapısı itibariyle zaten ligin en iyisi olan Fenerbahçe, önündeki en büyük engeli aştı ve kaybetme tabusunu yıktı. Şimdi geriye kalan, oyuncuların günlük form düzeylerini koruyarak takımı daha yukarı taşıması.

Galatasaray-Halkbank

Ümit Hızal göreve başladıktan sonra Ankara ekibi, kadro kalitesinin ve derinliğinin gücünü kullanarak lige yeniden başladı. Çek Milli oyuncu Jiri Kral’ın takıma olan katkısı olumlu. Kısıtlı olan yabancı kontenjanının orta oyuncu ile doldurulması zaman zaman tartışılır. Ancak Serhat Coşkun gibi üst düzey bir yeteneğiniz ve Ali Çayır gibi bir tecrübeniz varsa, böylesi bir orta oyuncu getirmek hiç sorun değil. Zaten Türk pasörle oynayarak 1 adım önde bulunuyorsunuz. Maçın ilk iki setinde Halkbank çok hızlı oynadı. Selçuk 3 ve 4 numaraya attığı tüm topları yatık bir şekilde uçurdu ve Galatasaray’ın kendileri güçlü ancak ayakları ağır orta oyuncularının blok yardımına yetişmesine fırsat vermedi. Zaman zaman arkasına attığı (1 ve 2 numara) topları yüksek kaldı Milli pasörün. Bu toplara hızlı giren Serhat havada asılı kalıp topları düşürünce, Ümit Hızal daha tecrübeli Ali Çayır’ı sürdü sahaya. Bu arada Kübalı Alain Roca Borrero, seyrettiğimiz maçlar içerisinde sezonun en iyi maçını çıkarttı diyebiliriz. Sadece servisten ürettiği sayı (6), dört set boyunca oyunda kalan Galatasaray smaçörü Sinan Cem Tanık’ın ürettiği toplam sayıya eşit. Hücum ve bloktaki katkısı da cabası. Sezonun ikinci yarısında farklı oyuncularla farklı formasyonları deneyen Galatasaray koçu Işık Menküer, böylesi bir düzene karşı koyamayınca üçüncü sete kadar pasör çaprazı oynattığı Philippe Barca Cysique’i köşeye, Kemal Elgaz’ı da çapraza çekti. Bu şekilde oyunu daha hızlı oynayarak Halkbank’ın topu yükseltmesini sağladı, sonrasında da seti kazandı. Seti Galatasaray’a getiren unsurlardan en önemlisi ise, Ankara takımı oyuncularının maçı hızlı kazanma hırsına yenik düşerek yorgun hallerine rağmen servise yüklenmesi idi. Formasyonu değiştiren Galatasaray’a oyun kurdurmamak adına 7 servis kaçıran Halkbank, bu durumdan bir tecrübe edinmeli mutlaka.

Burada ilginç bir not ise rakibine göre kötü hücum eden Galatasaray’da, hücumda daha verimli oynayan Ashley Nemer yerine %29 ile oynayan Sinan Cem Tanık’ın oyunda kalması oldu. Bundan sonra Galatasaray’ın işi çok zor, zira deplasmanda üst üste 2 maç kazanmak zorunda. Olmayacak şey değil, ancak kritik maçlarda zafere koşan standart formasyonu başta uygulamak şart. Sakatlık tarzı bir engel olmadığı sürece.

Ya hakemler?

İlk maçı yöneten Erdal Akıncı, kusursuza yakın bir müsabaka yönetti. Dördüncü sette Yasin Sancak’ın smaçla yukarı vurduğu topa taşıma kararı vermesi, basiretinin bağlandığı bir andı. Zira karambol anlarında şüphelenen hakemlerin aceleyle düdüğünü üflemesinin tek telafisi taşıma kararı oluyor. Bunu geçen yıllarda defalarca dile getirmiştik.

Taşıma deyince, İlhami Şenyurt yine formundaydı!! Ivan Miljkovic’in manşetle yükselttiği topa taşıma kararı vererek hem efsane pasör çaprazını güldürdü, hem de tribünleri. Ayrıca İBB’nin yaptığı blokta yaklaşık yarım metre içeri düşen topa, pozisyon gereği görüş açısı olmayan ama yine de bayrağını kaldırarak aut kararı veren çizgi hakemine uyması da hatalı bir karardı. Zira pozisyon, Şenyurt’un tam önünde cereyan etmişti. Fenerbahçe’nin rakip sahaya kaçan manşetine İBB’li oyuncunun vurduğu top, file üst bandına çarparak yeniden İBB sahasına düştü bir pozisyonda. Uluslar arası hakem, İBB’li oyuncunun topa rakip sahada dokunduğunu işaret ederek topu Fenerbahçe’ye verdi. Bu kez Fenerbahçeli oyuncular da güldü karara tüm tribünler gibi. Zira rakip sahada dokunulan bir topu smaçla fileye vurup kendi sahanıza düşürmek, masallarda bile rastlanmayacak cinsten bir aksiyondur. Son hatası ise Kemal Kayhan’ın bloktan seken topa 3 kez vurduğunu fark edememesi oldu Şenyurt’un. Bunların bir tanesi, ilk topta değerlendirilmeyen bilinç dışı çarpma olmasına rağmen diğer ikisi, isteyerek yapılan vuruşlardı.

Bu haftalık da bu kadar, haftaya görüşmek dileğiyle.

Kayhan Kösem
kkayhan@hotmail.com

 


Haberi Paylaş

Comments are closed.