Özge Kırdar’ın kaleminden ikizi Gözde…

Gözde Kırdar 22 yıllık kariyerini, Avrupa’nın en büyük kupasını kazanarak ve MVP ödülüyle bitirdi. Efsane ismin voleybol yolculuğunu ikiz kardeşi Özge Kırdar anlatıyor.

Yıl 1996; Kütahya Atatürk İlköğretim Okulu’nun 6-A sınıfında son sırada oturan, birbirine tıpatıp benzeyen ve sürekli makara yapan, iki öğrenciyiz. Kısa boylu, biraz göbekli, biraz kel (bayağı kel) Akın Gürbüz sınıfları gezip uzun boylu kızlar arıyor. Tabii bizi görünce epey şaşırdığını kabul etmeliyim, çünkü bir ararken iki tane buluyor. Neyse, bize “Voleybola başlar mısınız…” diye sorunca çok heyecanlanıyoruz ama babamıza sormadan bu kararı veremeyiz tabii. “Tamam, babanızı ikna edin ve gelin, yarın 17.00’de Atatürk Spor Salonu’nda antrenman var” diyor Akın Hoca. O günlerde antrenman ne demek bilmesek de nasıl heyecanlanıyoruz. Sonraları öğreniyoruz ki antrenman hayat demekmiş.

Eve gidiyoruz, anneme anlatınca hemen onay veriyor. Babamın işten gelişini hiç bu kadar gergin beklediğimizi hatırlamıyorum. Babam gelince ona, voleybola başlamak istediğimizi söylüyoruz. Cevabı, “Paramız yetmez kızım” oluyor. “Ne parası ya, eğlencesine biraz top oynayacağız” dediğimi hatırlıyorum. Babam da, “Yalnız gidemezsiniz, abiniz sizi götürürse olur” diyor. Nasıl mutlu oluyoruz. Fatih zaten dünyanın en mükemmel abisi, hiç usanmadan bizi antrenmanlara götürüyor. Onun çilesi de bizimle başlıyor. Bir gün bile elini üzerimizden çekmeden, sabırla ve güler yüzle yapıyor bunu; her gün salona yürüyerek gidiyoruz.

Antrenmanın ne olduğunu anladığımızda çok seviyoruz çünkü artık severek yaptığımız bir hobimiz oluyor. Antrenmanların üçüncü gününde Akın Hoca bir yarışma yapıyor: Topu düşürmeden manşette en uzun süre sektirme yarışması. Ben yarışmayı duyduğum an pek sevinmiyorum ama dün 20’nci altın madalyasını kazanan ve Avrupa’nın en değerli oyuncusu seçilen canım ikiz kardeşim, topu düşürmeden tam 55 kez sektirmeyi başarıyor. Biz onuncu seferde topu düşürenler olarak onu hayranlıkla seyrediyoruz. Ödül olarak da çikolatalı gofret kazanıyor. Benim aklım gofrette ama her şeyi olduğu gibi onu da paylaşıyoruz. Sonra eve gidip, anneme ve babama gururla anlatıyoruz. Sonra üzerinden üç yıl geçiyor ve biraz voleyboldan anlamaya başlıyoruz. İzmir, Ankara ve İstanbul takımlarından teklifler geliyor ama babamı bir türlü ikna edemiyoruz. 13 yaşında iki kızın bir başka şehirde ve tek başlarına yaşaması fikri mantıklı gelmiyor ona. Annem her zamanki gibi bize destek olur durumda. 72 saatlik bir ağlama ve yalvarma seansının ardından babamı da ikna edip, Güneş Sigorta’ya transfer oluyoruz.

Yıl 1999. Güneş Sigorta’nın Selimiye’deki tesislerinin önünde, ilk antrenmanımıza çıkmayı bekliyoruz. Hayatımızın en gergin günlerinden birisi olabilir. Ferhat Köseoğlu bizi o sıcacık gülümsemesiyle karşılayıp, kızlarla tanıştırıyor. Sonra antrenman başlıyor ve hiçbir şekilde alışık olmadığımız bir antrenman geçiriyoruz. Bu iki saatin sonunda anlaşılan şey, Gözde’nin smaç adımının tamamen ters olduğu. Bunu düzeltmek için, sonraki bir yıl boyunca hiç yorulmadan ve pes etmeden çalışıyor. Sonuç olarak, 24 kişilik gruptaki en iyi smaç adımına sahip oyuncu oluyor.

24 kız, beş antrenör; bizi alıp Tekirdağ’a kampa götürüyorlar. Ne yapmaya gittiğimizi, neyin nasıl olacağını hiç bilmiyoruz. Bir de bizi gidip, anne karnında bile ayrılmadığımız Gözde ile ayrı odalara koyuyorlar. Önce üzülüyoruz ama sonra anlıyoruz ki her zorluk bizi güçlendiriyor.

O zaman cep telefonları yeni çıkmış. Babam bize haberleşebilmemiz için küçük bir tane alıp veriyor. Çok heyecanlanıyoruz tabii. Ayrı odalarda olduğumuz için bir gece onda, bir gece bende duruyor telefon. Gözde annemi aradığını anlatıyor bana kahvaltıda; annem de bizi çok özlediğini söylemiş. Evet, aramızda sadece bir duvar olsa da ayrı odalardayız ama annem bunu başarabileceğimizi söylüyor. Her gün deli gibi antrenman yapıyoruz. Hiç bıkmadan, usanmadan, yorulmadan çalışıyoruz.

Gözde her zaman benden daha farklıydı. Benden çok daha disiplinli, hırslı, çalışkan ve mükemmeliyetçiydi. Annemin bizi İstanbul’a gönderirken sadece bir şartı vardı ki o da üniversiteyi bitirmemiz. Tabii ki ayrı okullara gitmeyeceğimiz için ve spordan farklı bir şeyler de yapmayı amaçladığımızdan, görsel iletişim ve tasarım okumaya karar veriyoruz. O zaman da antrenörümüz Gökhan Edman bir şart koşuyor: Sabah 6’da ilk antrenman, okul sonrası A takım antrenmanı ve hepsi bitince de genç takım antrenmanına katılma şartıyla üniversiteye gidiyoruz. Dört yılda bitirdiğimiz okulun her günü üç antrenman birden yapıyoruz. O zamanlar öyle yoruluyoruz ki her şeye lanet ettiğimiz günlerin sayısı da artıyor. Fakat sonra kazanmaya başlıyoruz. Artık milli takımdayız ve soyadımız formamızda. Türkiye’nin olimpiyat oyunlarına giden ilk ikizleri oluyoruz. Yaptığımız her antrenmana, yolumuza çıkan her insana ve tüm arkadaşlarımıza şükrediyoruz.

Sonrasını zaten biliyorsunuz. İlk ödülü çikolatalı gofret olan kardeşim tarih yazıyor. 22 yıllık voleybol kariyerinin 19 yılında aynı kulüpte; 20 altın madalya, 20 kupa ve sayısız ödül… Ve dün gece, bu mükemmel kariyeri MVP ödülü ile bitiriyor.

Ama sayıların bir önemi yok Gözde! Sen dünyanın sayılı voleybolcularından, efsanelerinden ve en iyilerinden birisin ama en önemlisi sen bizim ailemizin gözdesi ve en şahanesisin. Anne karnından beri süren yolculuğumuz hiç bitmesin çünkü hayat seninle çok ama çok güzel. İyi ki varsın…


Haberi Paylaş

Comments are closed.