Altyapı sporcusuyum sporu bırakırsam yaşayabilir miyim?





13 yıldır aktif olarak voleybolun içerisinde bulunmaktayım. Son 3 yıldır da voleybol antrenörü olarak devam etmekteyim. Bu yazımda sizinle paylaşmak istediğim altyapılarda spor yaşantısı sona eren gençlerimizin yaşama adaptasyon süreçlerinde yaşamış oldukları önemli problemlere değineceğim.

Türkiye’de, 14 aylık dönemde, lisanslı sporcu sayısında yüzde 49, spor kulübü sayısında da yüzde 7’lik artış meydana geldi. Spor Genel Müdürlüğü (SGM), 1 Temmuz 2011 ile 3 Eylül 2012 tarihleri arasını kapsayan bir araştırma gerçekleştirdi. Bu araştırmada, Türkiye genelinde lisanslı sporcu sayısının yüzde 49 oranında arttığı belirlendi. Türkiye genelinde, 1 Temmuz 2011 tarihinde 1 milyon 496 bin 156 olan sporcu sayısı, 3 Eylül 2012 tarihinde 2 milyon 211 bin 649’a yükseldi.

Yapılan bu çalışmalarda elbette ki bir başarı söz konusudur. İstatistiksel verilerin dışında spor hayatı devam eden ve etmeyen sporcuların iç dünyalarını irdelemenin daha önemli olduğunu düşünüyorum. Okuyucu olarak dikkatinizi çekmek isteğim alan tamamen farklı olacaktır. Özellikle takım sporları yapan sporcu profili için tehlikeli bir durum söz konusudur. Bu tehlikenin spor yaşantısı biten sporcuların ruh hallerini nasıl ve ne yönde değişmiştir değinmek istiyorum. Bilindiği üzere ülkemizde başta futbol olmak üzere basketbol, voleybol ve hentbol takım sporları popülerlik seviyelerine göre lisanslı sporcuya sahiptir. Burada en önemli nokta ise altyapıda oynayan sporcuların üst liglere yani profesyonelliğe attıkları adımlarda sürekli büyük elemelerden geçmektedirler. Bu süreçte başarısız olan sporcuların devam eden yaşamlarındaki problemleri paylaşacağım. Branş olarak futbolda 18, basketbolda 12, voleybolda 12, hentbolda ise 12 oyuncu ile kadrolar şekillenmektedir. Kadroya giremeyen en az 5 sporcu olarak dünürsek yarı yarıya bir kayıp olduğu ortaya çıkmaktadır. Buraya kadar bir problemin olmadığını sizler gibi bende farkındayım.

Asıl önemli kısım profesyonel hayata geçemeyen gençlerimizin alışmış olduğu mükemmel spor ortamından uzak kalacak olmalarıdır. Bu dönemde yaşayacakları ruhsal tahribatın hayatlarındaki negatif etkileri, psikolojik ve sosyolojik araştırmalara konu olmalıdır. Bu durum sosyal ortamdan uzaklaşırken farkında olmadığı büyük sosyal imkânlardan uzak kalma sürecidir. Örneğin müsabakalarda lüks otellerde kalınması, takım olma duygusu ile birlikte aynı kıyafetleri giyme, dönemsel olarak para kazanma, sosyal statü gibi birçok etken sporcunun hayal dünyasını etkilemektedir. Hayatının kalan kısmının sporsuz olamayacağını kabullenmesine yol açmaktadır. Alışkanlıkları ve para kazanmaya başlayan arkadaşlarının onlardan zamanla ayrılması ve sosyal imkânların giderek azalması sporcu üzerinde büyük hayal kırıklıkları doğurmaktadır. Tanıdığımız ve çevremizde olan birçok sporcunun maalesef sonu böyledir ve bu şekilde olmaya devam edecektir. Ülkemizde alan araştırması yapan sosyoloji ve psikoloji çalışan değerli hocalarımıza araştırma konusu olmaya devam edecektir.

Farklı bir etken ise antrenörlerimizin sporcuları yanlış yönlendirmesi ya da hiçbir yönlendirmeye çaba göstermemesidir. En önemli etken ise antrenörlerimizin kendi menfaatleri doğrultusunda yaptıkları yanlışlardır. Örneğin kulüplerde sporcu sayısını tamamlayabilmek için kapasitesi olmayan sporcuları takıma almasıdır. Ayrıca genç takım (18’e kadar süren spor yaşantı süresi) seviyesine kadar onları takımlarda bulunmalarına izin vermeleridir. Maalesef kazanma odaklı bir spor sisteminde doğal olarak acımasız bir yol izlenmektedir. Kazanma duygusunu erken yaşlarda aşılamanın bu sürecin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaybetme korkusuyla hayatın  diğer yönlerini, sorumlulukları erteleyen ve sporu bıraktıktan sonra kaybedilmiş yıllar olarak gören sporcuların sayısını azaltmak bizi başarıya ulaştıracaktır.

Sonuç olarak; sporcular 18 yaşına kadar alıştığı güzel ortamların büyüsüne kapılarak kendi eğitim hayatlarını aksatmaktadırlar. Ergenlik dönemlerine denk gelen ve etkin kullanılmadığı için olumsuz etkileri olmaktadır. Bu zaman kaybının verdiği, çevresindeki arkadaşlarından bazılarının da başarılarını görmenin verdiği hayal kırıklığı göz ardı edilemez boyuttadır. Acaba antrenörlerimiz kendi iş

olanaklarını kaybetmemek sportif anlamda daha üretken olmak için başarısı muhtemel sporcularla çalışmayı düşünse ve uygulasa? Ailelerinin geçimini sağlayabilen, kapasiteli ve uluslararası takımlarda oynayan sporcularımızı sayısı artmaz mı? Genç sporcuları seçme ve spora kazandırma sürecinde erken teşhis koyma yöntemleri kullanılamaz mı? 18 yaşına kadar beklemeden sporcularımızı hayatlarının tamamında yapacak işlere yönlendirmesi düşünülemez mi? Bütün bunların ışığında bizler de belki lisanslı sporcu takibi dışında kapasiteli, uluslararası arenada ülkemizi temsil eden, maddi ve manevi değerlerine sahip sporcularımızın sayısını artıracağımız günleri daha fazla beklemeyeceğimize inanıyorum. Neden Brezilya örneğinde olduğu gibi, ülkemiz herhangi bir dalda sporun duayenlerinden olmasın? Herhangi bir spor organizasyonunun içinde bulunma mutluluğunun aşılanması gerektiğine inanan birisi olarak, gençlerimize olumlu yönde kazanma duygusu ve mücadele etme azmi içerisinde yetiştirmeliyiz. Eminim ki gelecekte gönüllülük üzerine inşa edilecek birçok spor organizasyonunu ülkemizde göreceğiz. Tamda bu noktada aktif spor yaşantısı biten gençlerin ülkemize profesyonel bir spor insanı olarak farklı alanlarda büyük katkıları olacaktır. Spora küsmeyen yaşam tarzı haline dönüştüren bir gençlik için uygun zemini oluşturmada hepimize görevler düşmektedir.
 



Haberi Paylaş

Comments are closed.