Voleybol kariyerine 8 yaşında başlayan ve şu anda AXA Sigorta Efeler Ligi takımlarından Halkbank’ta forma giyen 1995 İzmir doğumlu milli smaçör Yiğit Gülmezoğlu; voleybol severler tarafından en sık sorulan soruları, bir sporcu olmayı ve bir mesleği icra ederken onu anlamlandırma üzerine kaleme aldığı yazısını sosyal medya hesabı üzerinden sevenleri ile paylaştı.
”Kendimi bildim bileli hayallerimi süsleyen meslekler daima birilerinin hayatına dokunabileceğim ama aynı zamanda da en büyük tutkularımı hissedebilme şansı bulabileceğim mesleklerdi. Doktor olmak isteyerek büyümüş, bir ara belgesel çekmenin hangi meslek grubunun işi olduğunu merak etmiş ancak sporun hayatına girmesiyle kararını hiç düşünmeden sporculuk olarak vermiş bir gençtim.
Çok mücadeleci ve çok yorucu bir meslek sporculuk. Fiziksel olarak, zihinsel olarak ve taktiksel olarak sürekli kendimizi hazır tutmamız ve bunu her gün kendimize ama minimum haftada bir kez de seyirciler önünde herkese göstermemiz gereken bir fikstür içerisinde; sekiz ay geçiriyoruz. Ardından milli takım dönemi geliyor ve geriye kalan zamanlarımızı da aynı şekilde, bu sefer de ülkemiz adına yarışarak geçiriyoruz. Bu çok kısaca milli bir sporcu gözünden bir senenin nasıl geçtiğine dair bir açıklama olsun. Eğer ki böylesine yoğun bir tempoya böylesine basit bir açıklama ile bakarsam ben bunu sürdüremem. O yüzden de genelde anlamlandırdığım şekil; mesleğime, işime yaklaşımım çok daha farklı: “Ben her gün tutkunu olduğum şeyi yapıyorum.”
Geriye bakınca, en büyük tutkumun spor olduğunu düşündüğümde daha 6 yaşındaydım ve her hafta sonunu iple çekiyordum ki basketbol antrenmanlarına gidebileyim. Bir sene sonrasında bu tutkum yüzmeyle alevlendi. Derken okula da başlamam ile birlikte hayatıma voleybol girdi. O zaman da tutkumun adının voleybol olduğunu düşündüm ama bu sefer emindim. Aradan üç sene geçince bir tutku daha eklendi, eskrim girmişti hayatıma. Hem voleybolcu hem de eskrimci olmak istiyordum. Kafam karışmıştı. Bir insanın, bir çocuğun bu kadar çok şeye tutkulu olarak bağlanması ne kadar normaldi bilmiyorum ki aslında hepsinden daha farklıymış gerçek tutkum.
Bir yandan da diğer amacım olan insanların hayatına dokunabilmek için doktor olabilmek niyetinde, akademik başarımı da geri planda tutmamak istiyordum. Tabii ki bir çocuktum. Her şeyi yapabileceğine inanan, bunu hiç sorgulamayan bir çocuk. Bunu düşününce keşke hep çocuk kalabilsek diyorum. Biraz ileriye sardığımda, liseye geçerken artık voleybolu meslek olarak seçmek istediğime emin olmuştum. Eskrimi hayatımdan çıkarma; doktorluk hayalimi de geride bırakma zamanı gelmişti. Artık o çocuk, neyi ne kadar yapabileceğini anlamıştı ve daha da önemlisi “onu neyin mutlu ettiğini” biliyordu.
O zamandan bu zamana dek hayatını sporcu olarak geçiren bir yetişkinim. Ancak bunu devam ettirmemi sağlayan şey de içimdeki o bahsettiğim her şeyi bir oyun olarak gören çocuk. Gereğinden fazla düşünen ver her şeyin mükemmel olmasını amaçlayan bir yapım var benim. Bu da sürekli çok fazla çalışmamı, amacıma ulaşmak için kimi zaman tükenene kadar devam etmemi beraberinde getiren bir özelliğim. Bazen her şey çok da güzel gitmiyor gibi görünebiliyor. Bu yapım tutkumu sorgulamama bile sebep olabiliyor öyle günlerde. Bu durumda ben yapmaktan en çok keyif aldığımı düşündüğüm şeyi yaparken bir yandan da onu yapmaktan yorulmuş, bunalmış hissedebiliyorum. Ki bu sadece bana veya sporculara özel de değil, hepimiz bunu yaşıyoruz.”
Comments are closed.