‘Futbol oynamak için çok uzundum’

Editörümüz Kayhan Kösem İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin başarılı oyuncusu Gundars Celitans ile bir araya geldi.

Celitans ile Challenge Kupası, Avrupa deneyimleri, Türk Voleybolu ve hakkında bilinmeyen birçok konularla ilgili keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

-Letonya’da futbol ve basketbolun voleyboldan daha popüler olduğunu biliyoruz. Sen neden voleybolu seçtin?
Aslında Letonya’da en popüler spor dalı Buz hokeyidir. Basketbolu ikinci sırada sayabiliriz. Lise öğrencisiyken yaşadığımız yerde akşam antrenmanları yapan bir voleybol spor okulu vardı. 16 yaşındaydım ve babam bana akşamları bu tarz bir aktiviteye katılabileceğimi söyledi. İlk kez antrenmana çıktım ve voleybol oynamak hoşuma gitti. Sonrasında antrenmanlara devam ettim ve voleybolcu oldum. Bulunduğumuz yerde basketbol okulu olmadığından deneme şansım olmadı. Futbol oynamak içinse çok uzundum.

-Türkiye ve Letonya’da oynanan voleybol arasındaki temel fark nedir sence?
Türkiye’de takımlar çok daha profesyonel. Letonya’da voleybol oynayarak fazla para kazanamazsınız. Ben profesyonel olarak voleybol oynamaya başladığımda ülkede mücadele eden 4-5 takım vardı. Durum şimdi de farklı değil. Çok az sayıda takım var. Sporcu olmak isteyen gençler çoğunlukla buz hokeyi ve basketbolu tercih ediyorlar, çünkü bu sporlar daha popüler. Bu sporları yapanlar daha fazla para kazanıp ülke çapında daha ünlü olabiliyorlar. Türk oyuncular kendi ülkelerinde rahatça oynayabiliyorlar ancak Letonyalı voleybolcuların üst seviyede yarışabilmesi için yurt dışına çıkmaları şart.

-İstanbul BBSK Challenge Kupası yarı finalinde Andreoli Latina ile eşleşti. İtalyanları elemek için ne yapmanız gerekir?
Önceden de söylediğim gibi Lennik karşısında salonda neredeyse yer yoktu. Eğer böyle bir atmosferi yeniden yakalayabilirsek rakiple daha kolay baş edebiliriz. Yapmamız gereken şey, kendi oyunumuzu oynamak. Sahada mutlaka sakin, sabırlı ve soğukkanlı olmalıyız. Son zamanlarda oynadığımız oyunu sahaya yansıtabilirsek finale çıkabileceğimizi düşünüyorum.

-Challenge Kupası’nda diğer bir yarı final eşleşmesinde Fenerbahçe Grundig mücadele ediyor. İki Türk Takımının finalde karşılaşma durumları var. Bu konuda neler söyleyeceksin?
İki Türk takımının Challenge Kupasında final oynaması çok güzel bir gelişme. Bildiğim kadarıyla bizim takım daha önce Avrupa’da hiç final oynamadı. Finalde iki Türk takımının karşılaşması gerek oyuncular gerekse seyirciler için harika bir şov olur. Fenerbahçe’ye ligde iki kez yenilmemiz bu eşleşme için fazla bir şey ifade etmez çünkü oradaki ortam bambaşka olacak. Bu kupayı kazanmayı çok istiyoruz ve amacımıza ulaşmak için tüm gücümüzü ortaya koyacağız.

-Türkiye’de olduğu gibi daha önce Fransa, Rusya ve İtalya’da oynadın. Voleybol mantalitesi bakımından bu ülkeler arasında sence ne gibi farklar var?
Rusya’daki sistem Avrupa’dan oldukça farklı. Sabahları dahi güç ve sistem antrenmanları yapıyorlar. Modena’da oynarken ise antrenörler her aktiviteyi kayda alırdı. Antrenman ve maçlardaki eksiklikleri evde izleyerek analiz eder, maçlardaki istatistiklerle birlikte harmonize ederek oyuncuların zayıf yönleri üzerine çalışmalar hazırlarlardı. Türkiye’deki sistem Avrupa’dakine çok benziyor. Bazen günde 6-7 saat çalışıyoruz. Sistem genelde oyuncuları sürekli kullanarak tamamını üst düzeyde tutma üzerine kurulu. Denge gözetiliyor. Rusya’da ise lig çok zorlu ve takımlar ancak iki yabancı oyuncu oynatabiliyorlar. Bu nedenle yabancı oyuncular üzerinde çok baskı var. Sezon boyu en üst seviyede oynamanız bekleniyor.

-Voleybolun ötesinde bu ülkelerdeki hayat nasıldı sence?
Rusya’daki yaşam Letonya’ya çok benziyor zira her ikisi de Sovyetler Birliği’nin bir parçasıydı. Yemek, genel yaşam ve kültürler çok yakın. İtalya, bulunduğum ülkeler içinde belki de en iyisiydi. Modena’da voleybolcuların ücretsiz yemek yiyebilecekleri 5-6 restaurant vardı ve değişik yerleri gezmek çok daha keyifliydi. Hemen her şey güzeldi İtalya’da. Fransa’da insanlarla iletişim kurmak çok zordu çünkü kimse İngilizce konuşmuyordu. İlk kez ülkem dışında bir yere gitmiştim ve ilginç bir deneyimdi. Ancak Cannes’daki yatlar, binalar ve arabalar bakımından çok renkliydi. Bildiğiniz gibi Cannes, çok popüler bir tatil yöresi. Türkiye’de 4.sezonumu yaşıyorum ve buraya çok alıştım. İyi Türkçe konuşamasam da konuşulanların %60-70’ini anlayabiliyorum artık. Genelde hava güzel ancak bu yıl mükemmel diyebilirim.

-Ziraat Bankası, Halkbank ve İstanbul BBSK arasındaki fark nedir?
Temel farklılık şehirler. Günümüzde dünyadaki tüm takımlar, benzer sistemlerle antrenman yapıp maça çıkıyorlar. Bu yüzden Ankara ve İstanbul takımları arasında fazla fark yok. İstanbul’da trafiğin de büyük bir problem olduğunu eklemem gerek.

-Sence Türk ve yabancı antrenörler arasında bir fark var mı?
Juan Manuel Barrial belki de Arjantinli olmanın etkisiyle diğerlerinden biraz farklıydı. Oyuncuların her zaman daha çok çalışıp daha az dinlenmesini istiyordu. İzin günlerinde bile oyuncuların bisiklet, koşu gibi aktif dinlenme uygulamasını istiyordu. Plamen Konstantinov çok büyük bir oyuncu ve üst düzey bir antrenördü. Tatik anlamda çok başarılı idi. Veselin Vukovic de Bulgar koça çok benziyordu. Nedim Özbey ise Türkiye’nin en deneyimli antrenörlerinden birisi. Voleybolun en ince detaylarını dahi biliyor ve oyuncularının ihtiyaçlarına göre gereken katkıyı veriyor.

-Voleybol haricinde takımdaki hangi oyuncularla daha sık görüşüyorsun?
Siarhei Antanovich ile. Çünkü aynı dili konuşabiliyoruz ve Milli takım forması altında bölgesel maçlarda sürekli karşılaşıyoruz. Kendisi bu sene çok iyi oynuyor. İngilizcesi iyi olmadığından benimle konuşabilmesi onu daha mutlu ediyor. Ayrıca Tomsilav Coskovic ile de ailece görüşüyoruz.

-Ailenle veya yalnız iken boş zamanlarında neler yapıyorsun?
Maç trafiği yoğun olduğundan fazla boş vaktimiz olmuyor. Genelde ailemle evde kalmayı tercih ediyorum. Bazen de alışverişe ya da yürüyüşe çıkıyoruz. Balık tutmayı da çok seviyorum. Benim için harika bir deşarj olma yöntemi. Henüz İstanbul’da balığa gidemedim ancak Ankara’daki arkadaşlarla göle gidip tutardık. Ankara’da iken zaman zaman da piknik yapardık.

-Avrupa Şampiyonası elemeleri için Samsun’da Türkiye’ye karşı oynadın. O gün neler hissettin?
O gün kendimi adeta evimdeymiş gibi hissettim. Takımdaki genç ve tecrübesiz oyunculara oradaki atmosferi anlatmak için çok çaba sarf ettim. Çünkü daha önce öyle bir ortamda oynamamışlardı. Çok sayıda tutkulu taraftarın önünde oynamak onlar için gerçekten zordu. Ben tanıdığım bir ortamda olduğumdan son derece rahattım ama günün sonunda çabalarımız boşa çıktı ve maçı 3-0 kaybettik.

-Türk takımlarına baktığımızda, smaçör ya da pasör çaprazı konumunda oynayan oyuncuların genelde yabancı olduğunu görüyoruz. Sence bunun sebebi nedir?
Bu durum Rusya’ya benziyor. Orada da takımların iki yabancı oyuncu oynatma hakkı var bu haklarını genelde smaçör ya da pasör çaprazından yana kullanıyorlar. Bence genç oyunculara daha fazla oynama şansı verilmeli. Türkiye’deki gençler ligi bunun için bir fırsat. Genç oyuncular, kendilerini oynayarak geliştirebilirler. Belki de burada oynamadan kenarda beklemek yerine yurt dışındaki takımlara gitmeliler. Bazen bir tercih yapmak gerekir. Burada yedek kalıp iyi para kazanmak ya da yurt dışında az kazanıp oynayarak kendilerini yetiştirmek gibi.

-Türkiye Letonya’ya göre çok büyük bir ülke. Ankara ya da İstanbul gibi büyük şehirlerde yaşamak senin için zor mu?
Ankara’ya ilk geldiğimde insanlar kent nüfusunun 4 milyondan fazla olduğunu söylemişlerdi. Adeta şoke oldum. Onlara Letonya’da nüfusun 2,5 milyon olduğunu söylediğimde ise bunun sadece Riga’daki insan sayısı olup olmadığını sordular. İstanbul ise Ankara’dan da büyük! Trafik çok büyük bir problem. Avrupa kupası maçları için havalimanına gitmek, bazen üç saati buluyor. Otoyolda adeta bir araba seli görüyorsunuz. Sanırım İstanbul’da trafik kuralı da yok, insanlar çok serbest bir şekilde araba kullanıyorlar. Ben ve eşim, tarikte olmaktan çok korkuyoruz.

-Aileni çok özlüyor musun?
Elbette. Letonya’ya gideli çok zaman olmamasına rağmen onları çok özlüyorum. İki ay sonra bir oğlum olacak. Sezon biter bitmez onların yanına gidip oğlumu kucaklamak istiyorum.

-Türk voleybolunu takip ediyor musun?
Türk voleybolunu değişik internet sitelerinden takip ediyorum. Evde Türk kanalları olmadığından televizyondan izleme şansım olmuyor. Geçen sene Modena’da iken internet siteleri aracılığıyla bayağı bilgi edinebiliyordum. Eğer haberler sadece Türkçe ise, değişik çeviri programları kullanıyorum.

-Sence Türkiye’deki en iyi oyuncular kim?
Ulaş, Selçuk, Arslan, Abdalla iyi pasörler. Ivan Miljkovic, tartışmasız en iyi pasör çaprazı. Galatasaraylı Ahmed üst seviye bir oyuncu, ben de fena sayılmam. Türk oyuncular içindeyse Serhat en iyisi. Marshall, Fonteles, Urnaut iyi smaçörler. Burutay da iyi bir köşe oyuncusu. Emre, Resul ve Muhammet iyi orta oyuncular. Yabancı olarak da Russell’ın en iyi olduğunu düşünüyorum. Serkan, Hasan ve Nuri ise en iyi liberolar.

-İnsanların voleybola ilgisini nasıl değerlendiriyorsun?
İtalya’da tüm maçlarımızı dolu tribünler önünde oynuyorduk. Takımlar, salona 4-5 bin kişiyi rahatlıkla getirebiliyordu. Sebebini bilmiyorum ama seyircinin İstanbul’daki maçlara ilgisi çok düşük. Kadın maçlarına daha fazla seyirci gittiğini biliyorum ama sebebini anlayamıyorum. Belçika takımıyla oynadığımız son maçta tribünler hemen hemen doluydu. Maçların bu atmosferde oynanması çok güzel.


Haberi Paylaş

Comments are closed.