Voleybolun içinde 26 yıl…

Yıl 2008. Voleybol topunu elime ilk aldığım günü dün gibi hatırlıyorum. 1982 senesiydi. Mahallede duvara karşı plastik toplarla parmak pas yaptığım zamanlar tabii ki o topa aşık olacağımı bilemezdim. Ama ilkokul beden eğitimi öğretmenimizin “voleybol seçmeleri var, isteyen katılabilir” dediği an her şeyin başlangıcı idi. O günkü seçmelerle voleybol dünyasına adım atmam bir oldu. O dünya tabii ki benim dünyamdı. Ama bugün içinde bulunduğum, herkesin üyesi olduğu voleybol dünyası ise öyle geniş öyle büyük ki, elbet herkes bir parçası olabilir…

Çocuk yaşta spora başlamanın da yaşantımız boyunca sporun içinde olmanın da faydaları aslında saymakla bitmez. Ancak biliyorum ki eğitim bir çocuğun hayatında ne kadar önemliyse, spor yapması da en az o kadar önemlidir. Bu faydaların başında sevgiyi, saygı duymayı, dayanışmayı, paylaşmayı ve toplum içinde nasıl hareket etmesi gerektiğini öğrenmesi gelir. Yapılan spor dalı ister bireysel ister takım sporu olsun, çocuk belirli bir disiplin içine girmek zorundadır. Çünkü spor, özünde bunu gerektirir. Küçük yaşlarda sporun amacı kesinlikle kazanmak olmamalıdır. Zira çocuk yarışmanın da zevkine varmalı, kaybetmeyi öğrenmeli, daha iyi olmak için daha çok çalışmanın gereğini anlamalıdır. Voleybol, bir takım sporu olarak hem bu disiplini kazandırmak hem de diğer bireylerle anlaşabilmek adına önemli bir fonksiyon üstlenir.

Son zamanlarda bayan voleybol milli takımımızın elde ettiği başarılarla gündemimize giren voleybolu şimdi artık reklamlarda bile izler olduk. Tanınmış, küçük kızlarca sevilen voleybolcuların reklamlarda boy gösterip,  kendi peşlerinden gelmeleri konusunda, hem küçükleri hem ailelerini ikna etmeye çalışmaları açıkçası beni duygulandırıyor. Acaba diye geçiriyorum içimden, tek bir aile bile etkilenip kızlarını bu spora yönlendiriyor mudur? Tamam, bütün bencilliğimle hayatlarında voleybol olsun istiyorum ama sonucunda küçükler spor yapsınlar da hangi branşı tercih ederlerse etsinler. Burada amaç onların sporun herhangi bir dalına ilgi duymalarını sağlamak. 

İleri düzeyde oynanan voleybolu, her zaman satranca benzetmişimdir. Sürekli birkaç hamle ötesini düşünmek gerekir. Dışarıdan çok basit görünmesine rağmen öyle ince detayları vardır ki bir molanın zamanlaması bile oyunu çevirebilir… Belki de bu yüzden voleybolun dışında kalan insanların bu sporu seyretme oranı diğer sporlara göre düşüktür. Oysa bir kez kuralları ve oyunun amacı öğrenildikten sonra, seyir zevkinin çok yüksek olacağını düşünürüm hep. Ancak ülkemizde bu sporun gereken ilgiyi göremediğini de biliyorum. Gerçi bu durum diğer ülkelerde de aynı. Biz her zaman futbolun, basketbolun gölgesinde yaşıyoruz voleybolu. Bu durum bir taraftan da sinsice gülümsememe neden oluyor. Çünkü canım voleybolum sadece bana kalıyor, kirlenmiyor…

Spor yapan herkesin (içinde kötülük yoksa), zamanla doğruları bulacağına inanırım. Yeter ki insanlar doğru kişilerle karşılaşsın, doğru kaynaklardan beslenebilsinler. Şu düşüncemi tekrar vurgulamakta fayda görüyorum; spor sadece kazanmak değildir. Spor çok çalışmak, disiplinli olmak ve fair-play içerisinde yarışmayı becerebilmektir. Elbet her yarışın sonunda bir taraf kazanır. Bu bazen kimin daha çok çalıştığıyla, bazen de kimin daha şanslı olduğuyla ilgilidir. Bu nedenle, bir büyüğümden öğrendiğim “Sporda şans faktörünü ancak daha çok çalışmakla lehimize çevirebiliriz” sözü her zaman kulağımın küpesi olmuştur. Sporun içindeki herkesin bu sözü dikkate almasını öneririm.

Voleybol dolu günler dileğiyle…

Tuba METO

 

 


Haberi Paylaş

Comments are closed.