(Yazının beraberinde dinlemek için şarkı önerim: Sheffy Oren Bach’tan Grandmother Song)
Doğum ve ölümün mutlak gerçekler olduğunu, cinsiyetimizin ise tercih meselesi olmadığını hatırlatarak başlamak istiyorum. Tıpkı doğduğumuz aile, ülke ve devrin seçimsizliği gibi. Bazılarımız doğuştan daha şanslı, bazılarımız daha şanssız şartlara sahip olabiliriz. Sahip olduğumuz cinsiyetin meziyetlerini ve şartları en iyi şekilde değerlendirmeye hakkımız olması gibi sahip olamadıklarımıza hayıflanmak da seçimsiz ve faydasız bir istektir. Kabul burda bizi destekler.
Haberlerde, sosyal medyada takip ettiğimiz özellikle kadına yönelik sayısız şiddet ve vahşet olayı var. Bir kadının başına gelenleri açıklamaya çalışılırken bir erkeğe empati yapması için “Ya senin de annenin/ kız kardeşinin/ kızının başına gelseydi?” gibi şeyler söylenebilir. Fakat yukarıda yazdığım gibi bir seçimsizlikten ve kabulden başlarsak “Senin de başına gelebilirdi.” diyebiliriz. Çünkü “Sen de bir kadın olabilirdin.” denebilir. Hatta konu daha narin ve fiziksel olarak nispeten zayıf olma meselesini de içeriyorsa bu aynı şartlardaki bir erkeğin de başına gelebilir. O nedenle “Kadına şiddet” herkesin ve her cinsiyetin sahip çıkması gereken, toplumda dönüştürülmesi gereken bir meseledir. Aksi takdirde bize yaşam diye verilen hediyenin değerini bilmediğimiz, insan türüne evrimle bahşedilen özelliklerimizi kullanmadan göçüp gittiğimiz bu yol anlamsızdır.
Kadın haklarını savunmak zorunda kalmamıza sebep olan olaylar, tutumlar, davranışlar sadece bizim ülkemize ait kanayan bir yara değil. Fakat bu topraklardaki zorluklar bir yaradan çok kanser gibi nükseden bir boyutta maalesef. Eğer dinlemek isterseniz acıların çığlıklarının yüksekliğini fark etmek zor değil. “Dinlemek isterseniz” dedim çünkü onlar yokmuş gibi davranabilirsiniz, onları görmezden gelebilirsiniz, küçük bir çocuğu kandırır gibi “Geçti, geçti” diyerek zor duyguları ‘kötü’ duygular diye etiketleyebilir ve onlara düşman olabilirsiniz. Bu kadınlara yapılan zulmü, şiddeti, haksızlıkları veya çifte standardı değiştirmez ve azaltmaz. Hatta bazı koşullarda mantıklı açıklama yapmaya çalışırken kurbanda suç aramaya giderek destekler bile. O nedenle biraz rahatsızlık duymak bir şeylerin değişmesini diliyorsak iyidir. Bu rahatsızlık da o acıları fark etmek ve görmek ile başlar.
Kadınlar ve erkekler diye ayrım yapmadan yazmayı tercih edeceğim bu nedenle. Çünkü bu ayrımcılığın ve dualitenin bizi günümüzdeki şiddete sürüklediğini görüyorum. Şiddetin ve eşitsizliğin sorumluluğunun herkes tarafından üstlenmesi gerektiğine inanıyorum. Erkekler kadar kadınların da bu konuda sadece kurban tarafında kalmadan düşünmesini, hissetmesini ve motive olarak harekete geçmesini diliyorum. Hareket büyük görünmese de çok önemli etkiye sahip bir yerden başlayabilir; kendimizden. Dinlemeye kendimizden başlarsak acıları duymaya başlayabiliriz.
Kendine dönme cesaretine sahip olanlarımız şu soruları sorabilir kendine:
Bir kadın/erkek olarak kendimden cinsiyetime özgü hangi beklentilerdeyim? Bu inançlar bana mı ait yoksa başkalarına mı?
Çevremdeki kadınlardan/erkeklerden cinsiyetlerine özgü hangi beklentilerdeyim? Bu gerçekten sadece o cinsiyetin marifeti mi? Öyle olmasaydı nasıl olurdu?
Bir kadın/erkek olarak cinsiyetimin gereği olan hangi eylemlerde bulunma zorunluluğu hissediyorum? Bu bana ne fayda sağlıyor? Bu inanca sahip olmayan insanlar da var mı?
Düşüncelerimde veya sözcüklerimde kendime ve çevreme duygusal şiddet içeren neler var?
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne ithafen yazılmış bu cümlelerin bu özel kutlamaya gerek olmayan günlere vesile olmasını dilerim.
Sevgilerimle,
Zeynep Seda USLU
Comments are closed.